Siz Mankurtlaştıramadıklarından mısınız?
“Emperyalistler tuzağa düşürmek istedikleri ülkeleri kültürleriyle fethetmezler, kültürsüzleştirerek, kültürsüzlüklerine inandırarak yok ederler…” Cemil MERİÇ
” Mankurtlaşma” Nedir?
Ana-Beyit mezarlığının bir efsanesi, Juan-Juanlar’ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikâyesi vardı: İşgalci Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek Juan-Juanlar’ın yaptığı işkenceleri anlatırlarmış. Ama asıl işkenceyi, genç ve güçlü oldukları için satmadıkları esire yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış.
Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bir taraftan bu işlem yapılırken diğer taraftan usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böylece sarılan deri, bugün yüzücülerin kullandığı kauçuk başlığa benzermiş. Buna “Deri geçirme işkencesi” derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir MANKURT yani -geçmişini bilmeyen bir köle- olurmuş.
Bir devenin boynundan beş-altı kişinin başını saracak deri çıkıyormuş. Bundan sonra, deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere sürtmesin diye, bir kütük ya da tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece bir kaç gün bırakırlarmış. Bu tutsaklar birer mankurt olmadan yakınları bir baskın düzenleyip onları kurtarmasın diye, yanlarına gözcüler koyarlarmış. Açık bozkırda her taraf kolayca görüldüğü için gizlice gelip baskın yapmak kolay olmazmış. Juan-Juanların bir tutsağı mankurt yaptıkları duyulur, öğrenilirse, artık onu en yakınları bile istemezlermiş. Çünkü bir mankurt, vücuduna saman doldurulmuş bir korkuluktan farksız olurmuş. Kızgın güneşe ‘mankurt’ olmaları için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-altı kişiden ancak bir ya da ikisi sağ kalırmış. Onları öldüren açlık ya da susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş. Bir yandan deve derisi büzülüyor, bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp başına batıyormuş. Kıllar üste doğru çıkamayınca içeri doğru uzar ve diken gibi batarmış. Bu dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür ya da aklını, hafızasını yitirirmiş. Juan-Juanlar’ın işkencenin beşinci günü ‘sağ kalan var mı?’ diye gelip bakarlarmış. Bir teki bile sağ kalmışsa, amaçlarına ulaşmış sayarlarmış kendilerini. Hafızasını yitirmiş tutsağı alır, boynundaki kalıbı çıkarır, ona yiyecek verirlermiş. Köle zamanla kendine gelir, yiyip içerek gücünü toplarmış.
Ama o bir mankurt imiş artık ve böyle bir köle, pazarlarda, güçlü-kuvvetli on tutsak değerinde sayılırmış. Hatta Juan-Juanlar’ın arasında bir gelenek varmış ki buna göre, aralarında çıkan bir kavgada bir mankurt öldürülürse, bunun için ödenecek bedel, hür bir insanın ölümü için ödenecek bedelden üç kat fazla olurmuş. Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını, babasını, çocukluğunu bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arz etmeyen bir köle imiş.
Köle sahibi için en büyük tehlike, kölenin başkaldırması, kaçmasıdır. Ama mankurt, efendisine itaatsizliği düşünemeyen tek varlıkmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemeyen bir yaratık… En pis, en güç işleri, büyük sabır isteyen çekilmez işleri gık demeden yaparlarmış. Issız, engin, kavurucu çöllere ancak bir mankurt dayanabileceği için, buralarda deve sürülerini gütme işi onlara verilirmiş. Böyle yitik yerlerde, bir mankurt bir kaç kişiye bedelmiş. Yanına yiyeceğini, içeceğini verince, kış demeden, yaz demeden, o ilkel hayata dönüşten dolayı sızlanmayı düşünmeden kalabilirmiş bozkırda. Onun için önemli olan tek şey efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş. Açlıktan ölmemesi için yiyecek, donmaması için eski püskü giyecek verdiniz mi, başka bir şey istemezmiş…
Bir tutsağın içine korku salmak için ona kafasının uçurulacağını ya da başka bir yerinin kesileceğini bildirmek; onun hafızasını silme, bilincini kökünden yok etme cezası yanında hiç kalır. Değil mi? Bilincini gönüllü olarak efendilerine armağan eden “modern mankurt” lara ne dersiniz? Yoksa siz halen, mankurtlaştıramadıklarından mısınız? Eğitimi Din ve Milliyetçilikten Kurtarmak (mı) Lazım? Yazar Emre KONGAR: “Yozlaşan Medya ve Yozlaşan Türkçe” adlı kitabı üzerine yapılan bir röportajda (Akşam Gazetesi, Can Altan, Kitaplık Eki, 20 Haziran 2003)
“Eğitimi din, milliyetçilik ya da başka ideolojilerin sarkıntılığından kurtarmak ve çocuklara 21.yüzyıl dünyasını aktaran bir eğitim vermek lazım…” diyordu. Şimdi soruyorum: Bu nasıl olacak? Bizi biz yapan değerlerden uzaklaştırarak yeni nesillerimizi yetiştireceğiz öyle mi? Sonra ne olacak 21. yüzyıl değerlerine sahip bir dünyalı olacaklar… Evet, ama asla bizden değil. Çünkü Sayın Kongar ve aynı kısır döngüye saplanmış aydınlar 21. yüzyıl değerlerinde yetişmesini istedikleri nesillerin batılıların milli ve dini değerleri ile yetişeceklerini göremiyorlar mı? Yoksa batılı yaşam biçiminin milli ve dini temellerden bağımsız oluştuğunu mu düşünüyorlar. Hayır, canım bu kadar da cahil olamazlar değil mi? Bir ülkenin aydını böyle çelişkili bir önermeyle düşünce ufku çiziyorsa, o toplumun tefekkür dünyasının derinliğini varın siz düşünün.
Rahmetli Cemil MERİÇ : “Emperyalistler tuzağa düşürmek istedikleri ülkeleri kültürleriyle fethetmezler, kültürsüzleştirerek, kültürsüzlüklerine inandırarak yok ederler…” derken bu bakış açısını tarif ediyormuş adeta. Burada amacımız Emre Kongar’ı eleştirmek değil. Bir bakış açısındaki izleri derin, fakat bariz sırıtan çelişkiyi anlamaya çalışıyoruz. Bir aydın zümresi düşünün ki toplumları toplum ve “millet” yapan temel değerlerden olan “DİN VE TARİH” ten yoksun bir eğitim istiyor olsunlar. Aman Allah ım ! Bu ne yaman çelişkidir. Doğrusu “Tek bir yazıyla bütün dünyayı değiştirebilecekmiş gibi yazıyorum.”diyecek kadar kendisinin derinlikli bir birikime sahip olduğunu ima eden büyüklerimizin bu çelişkileri bizi üzmektedir. Tek Kutuplu Dünya Tasavvuru Tek kutuplu dünya tasavvuru hızla yayılmaktadır. Sayıları azımsanmayacak derecede çok yerli ve yabancı okur- yazarlar şu noktaya getirildi: “İnsanlar binlerce yıl birbirlerinden uzak ve habersiz yaşamış olmasından dolayı birbirinden farklı kültürler geliştirdi, yaşama ve düşünme biçimleri keşfettiler. Şimdi dünya büyük bir köye dönüştü. Eskiden bir köydeki insanlar nasıl aynı kültürü yaşarlardı ise şimdi de komünikasyonun gelişmesi sonucu dünya tek bir köy haline geldi. Böylece insanlarda tek bir kültüre (Ki bu kültür Amerikan kültürüdür.) sahip olmaya doğru hızla ilerlemektedir. En fazla 300 yıl sonra bütün dünya tek bir ülke olacak, bu ülkenin tek bir dili ve tek bir para birimi olacaktır. Ki buna “Citizen of Planet Earth” Bütün insanlık tek bir kültüre doğru gidiyor.” diyorlar. Bu bakış açısını tüm dünya kültürleri için yaymaya ve etki altına almaya çalışıyorlar ama biz özelde kendi aydınımız açısından değerlendirmek zorunda hissediyoruz.
Burada bizim yerli aydınımıza verilmek istenen mesaj; insanlık tarihi kadar eski bir köke ve birikime sahip bir toplumun aydınlarını psikolojik savaş taktiği ile Cemil Meriç’in özlü ifadesindeki gibi sizin sahip olduklarınız aslında bir hiç idi. Onun için bizim tüm kültürleri kaynaştırdığımız kültürümüze direnmeyin. Bizim istediğimiz gibi düşünmek zorundasınız. Direncinizi fikirlerimizi çarpıştırarak yenemez isek (ki yenemeyeceklerini anladılar.) Öyleyse bunu nasıl yapacaklar? Sizleri kültürsüzleştirerek, mankurtlaştırarak(Geçmişinizi, birikiminizi unutturarak) yaparız. Buda ancak sahip olunan tüm yerli değerlerin yavaş yavaş reddedilmesi, eğitimden uzaklaştırılması ile mümkün olacaktır.
Yazının başındaki Sayın Kongar’ın ifadesini hatırlayın: “Eğitimi din, milliyetçilik ya da başka ideolojilerin sarkıntılığından kurtarmak…” Neden? Çünkü Bu iki kavramın “DİN VE TARİH” İN içi doldurularak eğitim kitaplarında yer alması, Yeni yetişen nesillerin ALLAHINI, PEYGAMBERİNİ VE ATALARINI tanımalarını sağlar ve o toplum, fikri hür, vicdanı hür, irade sahibi bir toplum olur ki etki altına alınamaz. Bu değerlere sahip bir topluma, kendi kültürlerini, emperyalist hedeflerini dayatamazlar. Dini ve milli bilgilerle donanmış bir gençliği uyuşturucu, alkol, kumar, fuhuş bataklıklarına sürükleyerek “yaşayan ölüler” haline getiremezler. Tüm insanlığa yaşantı ve evrensel prensipleri ile örnek bir insan ve peygamber olan Hazreti Muhammed’i tanıyan bir toplum elbette “mutlu toplum” olacağı için başka yaşam biçimlerine ihtiyaç duymayacaktır. Efendiliğe yeltenenler, bu toplumun; İstanbul’ un Fethini müjdeleyerek ümmetine bir ülkü belirleyen Peygamberlerini tanımalarını istemeyeceklerdir. Çünkü onu tanıyan ataları “İstanbul” hedefine ulaştıktan sonra hızını alamayacak kendilerine yeni hedefler belirleyerek “Fransa” kapılarına dayanacaklardır.
Ataları, Fatih Sultan Mehmet’leri, Yavuz Sultan Selimleri, Kanuni Sultan Süleyman’ları, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, Onun; “Çanakkale Zaferi” ile başlayan ve “İstiklal Savaşı” ile taçlanan liderliğini, emperyalist canavarlara karşı halkıyla el ele, gönül gönüle verdiği milli mücadeleyi öğrenmelerini istemezler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kastettiği “Misak-ı Milli” sınırlarının aslında nereler olduğu ders kitaplarında yazmamalıdır. Yazarsa olur mu olmaz tabiî ki… Onları tanıdıkça; Atalarının genç yaşlarda aldıkları eğitim, kültür donanımı ile ne gibi başarılara imza attıklarını öğrenirler, onları örnek alarak, bayrağı bıraktıkları yerden alıp ileriye taşımak isterlerse olur mu? Tabiî ki olmaz. Türk gençliği bu değerlerini tanımamalıdır. Ders kitaplarından bunlar çıkarılmalıdır.
Emperyalistleri anlıyoruz da bizimkilere ne oluyor? Yoksa Kraldan fazla kralcı aydınlarımız mı var? Modern mankurtlara dikkat edin. Bir insanın anası, babası, dedesi, atası olduğu gibi, toplumların ve devletlerinde geçmişi, birikimi vardır. Geçmişi reddetmek ancak mankurtlaşanların normal karşılayabileceği bir durumdur. Çocuklarımız geçmişini, tarihini, dinini, bu toplumu “millet” yapan tüm değerlerini bilmelidir. Bilmekle kalmamalı değerlerine sıkı sıkıya sarılmalıdır ki; milletini, devletini geleceğe güvenle taşıma heyecanını kendisinde bulsun.
Yazımı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN şu veciz sözünü hatırlatarak bitirmek istiyorum: “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işleri yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” Hayata, toplumun gidişatına dair düşüncelerinizi söz ve yazı ile beyan etmekten asla korkmayın. Yasal, meşru yollarla demokratik haklarınızı sonuna kadar kullanın. Unutmayın ki Toplumların ıslahında ve değişiminde önemli bir sünnetullah/kanun: “Namusluların, en az namussuzlar kadar cesur olmasıdır.” Ama korkarım ki, geç kalmışız; mankurtlaşanlar için artık çok geç…
Nisan 2009
Mehmet Nuri Kaynar / BESAM Başkanı