KÜRESEL TEDARİKÇİLER VE ÜRETİM
Yaşar Demir
Tarım ekonomilerinde değişmez bir kural vardır: “Kendi kendine yetebilmek.”
Türkiye, daha yakın bir zamana kadar kendi kendine yetebilen ve üretim fazlası olan bir ülke idi. Çünkü her ne kadar ekonomimizi sanayi ve ticarete yönlendirmiş olsak bile ekonomimizin temeli yine tarıma ve tarım ürünlerine dayalıydı. Türkiye hububat deposu olarak biliniyor, buğdayını, arpasını üretiyor, arta kalan kısmını komşu ülkelere ihraç ederek gelir elde ediyordu.
Türkiye, daha yakın bir zamana kadar kendi kendine yetebilen ve üretim fazlası olan bir ülke idi. Çünkü her ne kadar ekonomimizi sanayi ve ticarete yönlendirmiş olsak bile ekonomimizin temeli yine tarıma ve tarım ürünlerine dayalıydı. Türkiye hububat deposu olarak biliniyor, buğdayını, arpasını üretiyor, arta kalan kısmını komşu ülkelere ihraç ederek gelir elde ediyordu.
Sanayi ve ticarette ise durum farklı değildi. İhracatımızın önemli bir kısmını tekstil oluşturuyordu ki tekstilin de hammaddesi pamuk ve yündü. Yine tarım ve tarıma dayalı bir sanayi üretimi söz konusuydu.
Bu gün geldiğimiz noktada ise neredeyse tarım ürünlerinde bile dışa bağımlı hâle gelmeye başladık. Bazı tarım ürünlerinin ya piyasasını biz oluşturup yeteri kadar değerlendiremiyoruz ya da üretim açığımız yüzünden dışardan almak zorunda kalıyoruz.
Söz gelimi dünya fındık üretiminin %70’i ülkemizde yapıldığı halde Dünya Fındık Borsası Almanya’da bulunuyor. Fındığın dünyadaki fiyatını Almanya belirliyor, biz belirlenen fiyata ve kotalara uymak zorunda kalıyoruz. Üretimi bol olan çeşitleri de istediğimiz kadar satamıyoruz. 1994 yılında imzaladığımız Gümrük Birliği Anlaşması gereğince belirlenen kotalar nedeniyle bir üründen dış piyasaya istediğimiz kadar satamıyoruz, ihracat yapamıyoruz; kısaca para kazanamıyoruz. Peki, biz kazanamıyoruz da kim kazanıyor?
Cevabı basit: Küresel tedarikçiler.
ABD veya İngiltere gibi ülkelerde yaşayan finansal güç odakları ve markalar, Türkiye gibi henüz gelişmesini tamamlayamamış ülkelere sipariş veriyorlar. Diyorlar ki sizde tarım girdileri pahalı, dolayısıyla pamuk da pahalı. Biz size Amerika’dan şu kadar ton pamuk gönderelim. Siz bunu ip yapın, sonra boyayın, dokuyun. Bizim istediğimiz kalitede kumaş yapın. Size bildireceğimiz model ve kalıplarla bu kumaşları pantolon, gömlek dikin. Şu markayı üzerine işleyin ve gemilerle bize yollayın.
Siparişleri aynıyla yerine getiriliyor. Pamuk Amerika’dan geliyor. Antep’te, Denizli’de önce iplik, sonra pantolon, gömlek ve havluya dönüştürülüyor. Elde edilen ürünler, nakliye giderleri bize ait olmak üzere, gemilerle gönderiliyor. Tedarikçi firmalar da dünya çapında marka olarak bu ürünleri dünyaya pazarlıyor. Pamuktan-gömleğe kadar üretimin her aşamasını gerçekleştirmenin karşılığı olarak biz, ürünün etiket fiyatının %20’sini alıyoruz, onlar ise %80’ini.
Bu işin iki boyutu daha var: Biri çevresel boyutu, diğeri IMF boyutu.
Bilindiği gibi iplik boyalarından arta kalan atık kimyasallar, iplik fabrikaları tarafından ya yakındaki bir ırmağa ya da kanalizasyonlarla denize atılıyor. Ağır kimyasallar içeren ve öldürücü bir etkiye sahip olan bu boya atıkları, çevreye de ciddi anlamda zararlar veriyor.
Bilindiği gibi iplik boyalarından arta kalan atık kimyasallar, iplik fabrikaları tarafından ya yakındaki bir ırmağa ya da kanalizasyonlarla denize atılıyor. Ağır kimyasallar içeren ve öldürücü bir etkiye sahip olan bu boya atıkları, çevreye de ciddi anlamda zararlar veriyor.
Küresel tedarikçiler bir yandan gelişmesini tamamlamamış ülkeler aracılığıyla kârlarına kâr katarlarken, diğer taraftan kendi ülkelerini çevresel kirlenmeden de korumuş oluyorlar. Yırtılan Hacı Bekir’in yakası oluyor yani. Ne pahasına %20 pahasına. Bizde bu arada kalkıp hemen her ilde bulunan organize sanayi bölgelerindeki küçük atölyelerle göğüs dolusu sözlerle övünüyor, övünüyoruz. Türkiye günden güne büyüyor diyoruz.
IMF boyutu ise daha vahim. Küresel tedarikçiler, kendi düzenlerini koruyabilmek için, IMF aracılığıyla ülkelerin üretim faaliyetlerine de müdahale ediyorlar. IMF yöneticileri, kontrolleri altında bulunan ve borç batağına düşmüş ülkelere dikte ediyorlar. Sen şu ürünü ekeceksin, bu ürünü ekmeyeceksin. Sen şu alanda üretim yapacaksın, şu alanda üretim yapmayacaksın, şeklinde emirler yağdırıyorlar. Adına da alternatif ürün diyorlar.
Bunu neden yapıyorlar? Küçük ülkelerin üretim faaliyetlerini kendi küresel tedarikçi firmaları lehine, yani kendi çıkarları yararına dizayn ediyorlar. Örnek olarak Kanola’yı verebiliriz. Bilindiği gibi Orta Anadolu’da, sözgelimi Yozgat gibi pek çok ilde kanola ekimi yaptırıldı, denendi. Sonuç anlatıldığı gibi çıkmadı. Buna Angora tavşanını, deve kuşu çiftliklerini ekleyebiliriz.
Allah’tan ülkemizde halk ile devlet arasında bir kopukluk var. Bu kopukluğun olumsuz etkileri çok yönlü tartışılsa da kimi zaman olumlu sonuçlara ulaşmamızı da sağlıyor. Bizim insanımız devlet tarafından teşvik edilen ürünlere ve üretim araçlarına fazlaca itibar etmiyor. Kendi tecrübelerini bütün yönlendirmelerin önünde görüyor. Alternatif ürün sözünün cilalı ambalajına fazlaca itibar etmiyor.
Allah’tan ülkemizde halk ile devlet arasında bir kopukluk var. Bu kopukluğun olumsuz etkileri çok yönlü tartışılsa da kimi zaman olumlu sonuçlara ulaşmamızı da sağlıyor. Bizim insanımız devlet tarafından teşvik edilen ürünlere ve üretim araçlarına fazlaca itibar etmiyor. Kendi tecrübelerini bütün yönlendirmelerin önünde görüyor. Alternatif ürün sözünün cilalı ambalajına fazlaca itibar etmiyor.
Bu anlayış sayesinde tarım ve hayvancılığımız geleneksel usullerle ağır aksak ilerliyor. Bakalım bu gidişin sonu nereye varacak. Yeni ürünlerle tarım ve hayvancılığımızı ve bunlara bağlı sanayimizi sözde geliştireceklerini söyleyen IMF uzmanları mı haklı çıkacak, yoksa bu sözlere bel bağlamayan üreticilerimiz mi? Bekleyeceğiz ve göreceğiz.
Biz beklerken bizi idare edenlerin, tarım, hayvancılık ve sanayimize yön verenlerin beklememesini isteyeceğiz.
Üretim araçlarımız hangi alanlarda yeterli ve üreticilerimiz hangi dallarda maharetli ise o alan ve dallarda teknik usul ve verimli üretim için gerekli alt yapı ve bilgi aktarımını sağlamalıyız. Dünya ülkelerinde geçer akçe olan kendi kendine yeter olma ilkesini gerçekleştirmeliyiz.
Üretim araçlarımız hangi alanlarda yeterli ve üreticilerimiz hangi dallarda maharetli ise o alan ve dallarda teknik usul ve verimli üretim için gerekli alt yapı ve bilgi aktarımını sağlamalıyız. Dünya ülkelerinde geçer akçe olan kendi kendine yeter olma ilkesini gerçekleştirmeliyiz.