“ Felsefesi olmayan milletin mektebi olmaz. ” (TMD, 13).
“ Bize bir insan mektebi lazım. Bir mektep ki, bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlaki değeri olduğunu tanıtsın; hayâya hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetiştirsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın; vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğretsin…” (TMD, 42).
Yukarıdaki derinlikli sözlerin yazarı olan Nurettin Topçu, “Türkiye’nin Maarif Davası” isimli kitabın yazarıdır. Fransa’da almış olduğu doktora eğitiminden sonra Türkiye’ye dönmüş, eğitim öğretim faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu arada bir düşünür olarak eğitim ve kültür alanında yazılar yazmış, yayın faaliyetlerinde bulunmuştur. Yazılarının merkezinde Türkiye’nin eğitim ve kültür sorunları vardır. Denilebilir ki, eğitim, onun için sadece üzerine düşünülebilecek entelektüel bir uğraş alanı değil, Türkiye’nin geleceğini kuracak bir inşa eylemdir.
Türkiye’nin Maarif Davası,
Topçu’nun 1939-1973 yılları arasında yazdığı eğitime ilişkin 20 yazıdan oluşur.
Eserin ilk baskısı 1960 yılında yapılmış, daha sonra eklemelerle kitap
genişletilmiştir. Söz konusu yazıların başlıkları ve yayım tarihleri şöyledir:
Birinci Bölüm’de “Beklenen Gençlik” (1939), “Millet Maarifi” (1970), “Türk
Maarifi” (1973); İkinci Bölüm’de “Mektep” (1959), “Muallim” (1939), “Muallimin
Mesuliyetleri” (1959); Üçüncü Bölüm’de “Maarif Davamız” (1959), “İlk Öğretim”
(1952), “İlkokullarda Ahlak Eğitimi” (1967), “Orta Öğretim” (1943), “Lise
Dersleri” (1943), “Liselerde Din Dersleri” (1958), “Okullarımızda Din ve Ahlak
Eğitimi” (1967), “Üniversite” (1968), “Üniversite Olayları” (1968), “Milli
Eğitim ve Muhtar Üniversite” (1968), “Din Eğitimi” (1970), “Ahlak Terbiyesi”
(yayım tarihi belirsiz), “Okulda Ahlak” (1943) başlıklı yazılar yer alır. En
son yazı ise İstanbul Erkek Lisesi’nde öğretmenlik yaparken, öğrenci yıllığı
için kaleme aldığı “Sevgili Gençler” diye başlayan yazıdır.
Yazıların başlığından kitabın
içeriğine ilişkin bir fikir edinmek mümkündür. Yayın tarihlerine baktığımızda
ise yazıların, ideolojik söylemlerin yoğunlaştığı 1943, 1959 ve 1968 yıllarında
yoğunlaştığı görülebilir. Yazılar her ne kadar kendi dönemlerinin ürünü olsalar
da, içerikleri itibariyle kendi zamanlarını aşan bir niteliğe de sahiptirler.
Belki bu nedenle kitapta yer alan sorunlardan bazılarının bugün de hȃlȃ
üzerinde konuşulan ve tartışılan konular olduğu görülebilir.
Bunlardan bazıları öğrenci, bazıları öğretmen, bazıları program, hedef ve içerik üzerinde yoğunlaşır. Ama hepsinde ortak olan nokta, yerli ve evrensel boyutlu bir bakış açısı, milli ve manevi değerlere dayalı bir eğitim felsefesidir. Topçu, eğitimin sorunlarını anlamaya çalışırken milli bir bakış açısı kullanır, ancak hem “milli” kavramının içeriği belirli bir özgünlük ve karakter alanına işaret edecek denli özel, hem de evrensel nosyonlar içerecek denli geniştir.
Nurettin Topçu, Türkiye’nin
Maarif Davası isimli eserinde, pek çok eğitim sorununa işaret eder. Bu
sorunlardan birçoğu, günümüzün de sorunlarıdır: Öğretmen sorunları, öğrenci
sorunları, müfredat sorunları, mekân sorunu, kalite sorunu… Peki, çözüm ve
çıkış yolu nedir? Topçu, eğitimin ne olması gerektiğine cevap arar, ancak bunu
kendi zamanına bağlı kalarak ve kendi zamanının eğitim uygulamalarını
eleştirerek yapar. Çözümü de “milli mektep” kavramıyla açıklar.
Milli mekteple, millet ruhu
arasında bir orantı vardır. Millet ruhunu oluşturan milli mekteptir, bu
mektepte yapılan eğitim (maarif)’dir. Tarih şuuru, eğitimle oluşur. Topçu’nun
“milli mektep”, “milli maarif” olarak nitelediği eğitim biçimi oluşmadan,
sağlıklı bir toplum yapısı ortaya çıkmaz; bunun yerine yozlaşma, çöküş ve
dağılma ortaya çıkar. Eğitim yoksunluğu, taassubu, dar görüşlülüğü,
cehaleti ve yozlaşmayı besler. Taassup, katılık ve dar görüşlülük, millet
ruhunu köreltir. Maarif yoksunluğu millet ruhunu çökertir. İslam düşüncesinin
gerileyişinde, millet ruhunun yok oluşunda taassup ve eğitimsizliğin etkisi
vardır. İslam kültüründe, felsefenin medreselerden kovuluşu, taassup ve
cehalete giden yolu açmıştır. Felsefenin kaynağı olan din, kültür ocağı olmak
şöyle dursun, özgür düşünceye bile yer vermeyecek tarzda yorumlanmıştır.
Cumhuriyet döneminde de Batı
eğitimini taklit ve kendi kültürel kodlarından uzaklaşma çabası göze çarpar. Bu
da milli mektebi yok eden tutumlardan biri olmuştur. Tedavi etmek yerine
hastalıklı organı kesip atmak, milli kimlik, milli benlik ve şahsiyet konusunda
büyük sorunlar yaşanmasına neden olmuştur. Teknik okul açmakla, pratik hedefler
koymakla eğitim sisteminin düzeleceğini zannedenler, milli ve manevi kimlik
adına büyük bir yoksullaşmaya neden olmuşlardır. Topçu’nun vermek istediği
mesaj, teknik ve mesleki eğitimin, milli ve manevi değerlerin üzerine inşa
edilmesi gerektiği hususudur. Ona göre teknik eğitim verilmeden değerler
eğitimi, ahlak ve din eğitimi verilmeli, tarih ve edebiyat eğitimi verilmeli;
kısaca karakter ve şahsiyet yapıcı, milli kimliği oluşturucu dersler
verilmelidir; teknik eğitim ancak bu temel üzerinde işe yarayabilir.
Felsefesi Olmayan Milletin Mektebi de Olmaz
Milli mektep, felsefesi olan, bir
hayat anlayışı, bir dünya görüşü, medeniyet tasavvuru olan mekteptir. Ancak onu
kuru bir ideoloji olarak da görmemek gerekir. Topçu’ya göre, felsefesi olmayan
milletin mektebi de olmaz. Bu yaklaşıma göre, milli mektebi, sadece belirli bir
mekân ve müfredatla sınırlamamak gerekir. O, hayatın tümünü kuşatan bir hayat
felsefesi gibidir. İçinde dini, algılayış biçimi, baş yeri alır. Zira o yanlış
anlaşıldığında medreselerin düştüğü durum ortaya çıkar, anlaşılmadığı durumda
milli mektep ortaya çıkmaz. Topçu, her milletin kendine özgü bir medeniyeti,
bir felsefesi, bir kültürü ve bütün bunlara temel teşkil edecek bir mektebinin
olması gerektiğini düşünür. Toplum içindeki her bir dönüşüm, bu mektepler, bu
eğitim sistemi ile başlar; toplum kendisini bu eğitim sistemi vasıtasıyla
dönüştürür. Topçu, “Hakikat şu ki, millet bünyesinde inkılâplar mekteple başlar
ve her milletin kendine özel olan mektebi vardır.” der.
Milli mektep, öncelikle bir
zihniyet sorunu olarak ortaya çıkar. Milli mektebin ayırıcı vasfı zihniyet
planında kendini gösterir: “Zihniyet ve örfler ile metotları ve müfredat ile
terbiye prensipleri ve psikolojik temelleri ile hatta binasının mimari tarzıyla
kendini başka milletlerinkinden ayırır.” Buna göre, milli mektep, taklit
olmayacak, kültürün, benliğin, kültürel varoluşun kendisinden, kendi özgün
karakterinden türeyecektir. Topçu, bir zamanlar medreselerin milli mektep
olduğunu düşünür. Ne zaman ki, hikmet, felsefe bu ortamdan çekilmiş, medreseyi
oluşturan zihniyet de yozlaşmaya başlamıştır. Topçu’nun milli mektep fikri, bir
zihniyet dönüşümünü, bir dirilişi ve öze dönüşü ifade eder. Türkiye’nin Maarif
Davası, böyle bir dönüşümün, böyle bir dirilişin düşünsel altyapısını
hazırlamaya yönelik bir çalışmadır.(1)
Batıya Açılan Pencereler: Yabancı Okulları
Batıdan mülhem eğitim, XVIII. yüzyılın başlarından itibaren ülkemizde uygulanmaya başlanmıştır. Osmanlılar ile Batılılar arasında yakınlaşmaların başladığı Lale Devri’nde Damad İbrahim Paşa Paris’e sefaretle gönderdiği 28 Çelebi Mehmet’e Fransa’nın maarifini layıkıyla öğrenmesini ve tatbiki mümkün olanların yazılması talimatını vermiştir.
I. Mahmud devrinde Claude Alexandre Comte de Bonneval (Humbaracı Ahmet Paşa)’in Müslümanlığı kabul edip, Osmanlı Devleti hizmetinde humbaracı ocağını modernleştirmesi çabaları ile bu ilgi devam etmiştir. III. Mustafa döneminde Baron de Tott Osmanlı ordusundan 600 neferi Kâğıthane’de Avrupa usulüne göre talim ettirmiştir.
Batılı anlamda ilk açılan okullar
askeri alana münhasır kalmıştır. XIX. yüzyıla kadar sübyan mektepleri ile
medreseler arasında ara öğretim verecek okulların bulunmamasından dolayı bu
boşluk doldurulmak üzere Batıdan örnek alınarak, 1839’dan itibaren rüşdiyeler
açılmaya başlanmıştır. Mekteb-i Maarif-i Adli, Mekteb-i Ulum-i Edebiye bu tür
okullardandır. Bu kapsamda 1848’de rüştiyelere öğretmen yetiştirmek için Dar-ül
Muallimin, 1859’da kurulan Mekteb-i Mülkiye bunlardan bazılarıdır.
1857’de Paris’te Mekteb-i Osmanî
açılmış, 1868’de Galatasaray’da eğitime başlayan Mekteb-i Sultani ise Batı’ya
açılan pencere olarak addedilmiştir.
Bu dönemin
eğitim- öğretiminde meydana gelen gelişme ve değişmeler özetle şu şekildedir:
– II. Mahmut döneminde ilköğretim zorunlu hale getirilerek, medreselerin
yanında yeni tarz okullar açılmıştır (Bu durum mektepli-medreseli
tartışmalarına yol açmıştır).
-1857 yılında Maarif-i Umumiye Nezareti (Genel Eğitim Bakanlığı) kurularak
Milli Eğitim Bakanlığı’nın temeli atıldı.
– 1861 bir nizamname çıkarılarak harbiye, bahriye ve tıbbiye dışındaki okullar
Maarif-i Umumiye Nezaretine bağlandı. Böylece askeri ve sivil okullar
birbirinden ayrılmış oldu.
– 1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi çıkarılarak eğitim yeniden
düzenlenerek sistemleştirilmeye çalışılmıştır.
Azınlıklara kültür, eğitim ve inanç
özgürlüğü tanıyan Osmanlı Devleti, okul açma izni de vermiştir.
Kapitülasyonlardan faydalanarak yabancı devletlerde Osmanlı Devleti’nde okullar
açmıştır. Batı tarzı eğitim veren pek çok okul açılmıştır.
Darülfünün (Yüksekokul–1845),
Darülmaarif (Devlet memuru yetiştiren Lise Dengi Okul–1849), Islahhane (Sanat
Okulu–1860), Lisan Mektebi (Yabancı Dil Öğreten Okul–1864), Sanayi Mektebi
(Sanat Okulu–1868), Hukuk Mektebi ( 1874), Baytar Mektebi ( Veteriner
Okulu–1895), ektebi (Güzel Sanatlar okulu–1881) ayrıca Orman ve Maden
Mektebi, Telgraf Mektebi ve Müze Mektebi gibi başka meslek ve sanat okulları da
açılmıştır.
Türklerin
kurdukları devletlerde eğitime, eğitim bilimine ve yazı kültürüne yaygın olarak
yatkın oldukları noktasında farklı yorumlar yapılmaktadır. Bu anlamda olumsuz
kanaatlerin oluşmasının en önemli nedeni, günümüze kadar varlığını sürdürebilen
ve dünyada bir çekim merkezi olabilecek marka okullarımızın ve halen oluşmamış
etkili bir eğitim sistemimizi gösterebiliriz. Bu yargının oluşmasında yıkılan
ve yeniden kurulan Türk devletlerinin gerek yönetim kadrolarında, gerekse
etkili bilim adamlarının yetiştikleri eğitim kurumlarının menşeinden görmek
mümkündür. Günümüzde yabancı menşeli okulların halen en çok talep edilen
okullar olması ve yurt dışı eğitimin, yurt içi eğitimden daha çekici olması da
önemli bir gösterge olarak mütalaa edilebilir.
Osmanlı’nın Son Dönemlerinde Batı Hayranlığı
XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın
başlangıcı, yeniden oluşma, yenileşme ve değişme dönemi olmuştur. Osmanlı
Devleti gelişen Batı kültür ve teknolojisine ayak uydurabilmek için, her sahada
hamle yapmak istemiş, bunun için aydınlarından medet ummuştur.
Osmanlı aydınının aldığı eğitimin
menşeine bakıldığında; sistemli bir ülke eğitiminin ötesinde müfredatıyla,
uygulama yöntemleriyle, oluşturulan okul iklimiyle tamamen ya dışarıda, ya da
yabancı ülkelerin kurduğu okul sistemlerinin ithal edildiği yerli modellerinde
yetiştikleri, etkilendikleri ve dönemin aydınları olarak devletin gidişatına
yön vermişlerdir.
II. Meşrutiyet (1908 ve sonrası)
dönemi eğitim düşünürlerinin ortaya attığı görüşlerin ve beslendikleri
kaynağın, büyük oranda o dönemin gelişmiş ülkeleri olarak kabul edilen ve kendi
sistemlerini çağdaş sistem olarak diğer ülkelere pazarlayan yabancı bilim
adamlarının düşünceleri idi. Bu dönemde gelişmiş ülkelerde, “yeni eğitim”in,
psikoloji ve çocuk temelli olması gerektiği anlayışı hâkimdir.
Bu
dönemin ülkemizdeki temsilcileri ve önemli eğitim düşünürleri şunlardır:
İsmail Hakkı Baltacıoğlu; Eğitim
reformu akımının Türkiye’de ki en büyük temsilcisi olduğu bilinen İ. H.
Baltacıoğlu, teoriden çok uygulamaya ağırlık veren İngiliz sisteminden
etkilenmiştir.
Mustafa Şekip Tunç; Dönemin Maarif
Nezareti Lozan’da Fransız Edebiyatı
Tarihini tahsil için göndermişse de
o, yeni açılmış bulunan Jean-Jacques Rousseau Pedagoji Enstitüsünü görmek,
bilhassa arzu ettiği terbiye ilimlerini ve ruhiyatı öğrenmek için Cenevre’ye
gitmeyi düşünmüş ve bunun için zamanın bakanlığına (Maarif Nezaretine)
müracaatla müsaade alarak gitmiş ve bu enstitüyü bitirerek diploma almıştır.
Aynı zamanda, Cenevre Üniversitesi›nden de Psikoloji sertifikası alarak yurda
dönmüş ve Bergson’un dinamik evren anlayışının ülkemizdeki temsilcisi olarak
tanınmıştır.
Ziya Gökalp; Toplumsal modeli,
Fransız sosyolog Emile Durkheim’in teorik temellerini kurduğu “dayanışmacılık”
temelinde şekillendi. Durkehim’in görüşlerinin etkisinde kalmış ve onun
görüşlerinin Türkiye’ye aktararak temsilciliğini yapmıştır.
Tevfik Fikret; Mustafa Kemal
Atatürk ve Cumhuriyet dönemi aydınlarının düşünce yapısının oluşumunda en fazla
etkiye sahiptir. Galatasaray Lisesi mezunudur. Eğitimi Fransız menşeli olmakla
birlikte Robert Kolej’de Anglo-Sakson eğitim ve öğretim usulleriyle tanışır.
Amerikalıların kuramsal olmaktan çok pratik olan hayat ve iş adamı yetiştiren
öğretim yöntemlerini inceler ve tanır. Amerikalıların eğitim uygulamalarından
etkilenir. Amerikan yöntemini, o zamana kadar taklit edilen Fransız
eğitim-öğretim yöntemlerinden üstün bulur ve tercih eder. Bu sistemin savunucu
ve uygulayıcısı olur.
Satı Bey; Eğitim işlerinde
Avrupa’nın aynen taklit edilmesine karşıydı. O her ülkenin eğitiminin
incelenmesini ve kendileriyle ilgili olanın alınmasından yanaydı. En fazla
Tevfik Fikret’in görüşlerinden etkilendiği söylenebilir. Eğitimin her
kademesine, program, yöntem, halk eğitimi, yurtdışına öğrenci gönderme gibi tüm
alanlarla ilgili görüşlerini yansıtmıştır. İkinci Meşrutiyet eğitiminin
şekillenmesinde bir Pestalozzi ruhu ve çabası gösteren Satı Bey’in büyük rolü
olmuştur.
Nafi Atuf (Kansu); Fikir adamı
olarak eğitim alanında gelişimi ve yenileşmeyi savunmasının yanı sıra bu
görüşünü savunan dergilerle eğitim akımları ve düşüncelerine ilk yer veren
dergiler çıkardı. Mülkiye mezunudur. Eğitim, ahlak ve kültür meseleleri üzerine
yazılar yazmıştır. Fikir adamı olmaktan çok cumhuriyetin ilk yıllarından
ölümüne(1949) kadar eğitim bürokrasisi ve çeşitli eğitim derneklerindeki aktif
görevleriyle anılmaktadır.
Emrullah Efendi; Eğitim tarihinde
“Tûbâ Ağacı Nazariyesi” adlı fikir sistemi ile tanınır. II. Meşrutiyet
döneminde Maarif Nazırlığı yapmıştır. Şaka amacıyla söylediği “Şu mektepler
olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim” sözünün sahibi olarak ta bilinir.
Emrullah Efendi’ye göre devletin en önemli görevlerinden birisi ilmi himaye
etmektir. İlim yukardan başlar. Önce elit bir kadro yetiştirmeli, onlar ilkokul
ve ortaokul öğretmenlerini, onlar da çocukları ve gençleri eğitmelidir.
Cennette ki tuba ağacının da kökü yukarda olduğu için “Tûba Ağacı Nazariyesi”
olarak anılan bu görüş, İttihat ve Terakki Fırkası’nın ideologu olan Ziya
Gökalp’ı de etkilemiş ve partinin eğitim politikasının önemli bir ilkesi
olmuştur.
Ethem Nejat; Eylül 1918’de Maarif
Nezareti tarafından Berlin’e gönderilir.
Tarımsal ağırlıklı eğitim, köye göre
eğitim konuları üzerine çalışır. Konu dönemin Marksist teorileriyle de
örtüştüğünde TKP’ye girer. Eğitim düşüncelerinden çok siyasal aktiviteleriyle
tanınır.
Fransız örneğinde ulusallık “devlet
merkezli ve dönüştürücü”, Alman anlayışında ulusa üyelik ise “halk merkezli ve
ayrıştırıcıydı.” Bu ikilem bir yandan tek tip insan, öte yandan ayrıştırıcı
düşünce yapısına uygun ve siyah-beyaz karşıtlığında düşüncelerin oluşumuna da
zemin hazırladı. Bu karşıtlık demokrasi kültürünün “uzlaşma” rengi
diyebileceğimiz gri alanların oluşmasına uygun ortam oluşturmadı.
Bu durum Cumhuriyet tarihi boyunca
düşüncelerin demokratik zeminde karşılık bulmanın ötesinde, çeşitli
ideolojilerin keskin taraftarlığıyla kanlı çatışmalara sebep olmuştur.
İdeolojik tutum ve davranış geliştirme yöntemli eğitimimiz, aynı başarıyı bilgi
aktarma ve üretme mekanizması oluşturacak insan kaynağı yetiştirmede ve mesleki
eğitimi yaygınlaştırmada gösterememiştir.
Eğitim
sistemlerinin, müfredatları, eğitim ve öğretim programları, ülkenin eğitim
felsefesi, toplumun eğitime yüklediği misyon, eğitimsel araç ve amaçlar,
uyguladıkları öğrenme yöntem ve stratejiler ile eğitim kalitesinin görünürlüğü,
yetiştirdiği insan kaynaklarının niteliğini belirler.
Milletlerin tarihi süreç içerisinde kurdukları insan yetiştirme düzenlerinin niteliği de, milletlerin tarih sahnesindeki yerinin belirleyicisi olmuştur. Tarihimizin parlak sayfaları, eğitimin parlak olduğu dönemlere aittir.
İnsan Yetiştirmek
Tarih boyunca millet olarak
öğrenmeye ve eğitime özel önem verdik. Tarihte etkili olduğumuz dönemler
incelendiğinde “insan yetiştirme” sisteminin kurulduğu dönemlere denk geldiği
görülecektir.
Osmanlı İmparatorluğu, Selçuklunun
kurduğu insan yetiştirme düzenini geliştirerek devam etmiştir. Her dine, dile
ve millete mensup topluluklar Osmanlı idaresinde kendi eğitim kurumlarını
oluşturarak, dillerini, dinlerini ve milletlerinin kökenine uygun insan
kaynakları yetiştirmeye devam ettiler.
Bir sistem açısından bakıldığında,
insan yetiştirme düzenini eğitimin ideoloji, bilgi aktarma ve üretme, hüner
kazandırma (meslek insanı yetiştirme) işlevleri kapsamında değerlendirme
zorunluluğu vardır. Osmanlı’nın tanzimat ile birlikte yönünü çevirdiği batı
medeniyetinin eğitim uygulamalarını taklit ederek eğitimli insan kaynağını
oluşturmaya çalıştığı görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında, başlangıçta
Fransız sistemi, zaman zaman Alman ekolü izlenerek oluşturulan eğitim
uygulamaları, ideoloji transferi ve üretimini sağlayacak insan kaynaklarını
oluşturmada etkili olmuştur. (2)
Öğrenmeyi öğrenme becerisi kazanmak
günümüz eğitim faaliyetlerinin önemli bir parametresi olmalı iken, eğitim
sistemimiz eğitim kalitesinin en önemli göstergesi olan bu yeterliliği
geliştirememiştir. Eğitim sistemimizin insanımızın eğitsel niteliğini
arttıracak, düşünme ve problem çözme becerisi gelişmiş insan kaynaklarının
oluşumuna yeterince kaynaklık ettiği söylenemez.
Gelinen noktada maalesef eğitim
sistemimiz öğrencilerimize öğrenmeyi öğrenme alışkanlığı kazandıramamaktadır.
İyi niyetli de olsa halen devam eden dışarıdaki “İyi Örneklerin Transferi”
alışkanlığından vazgeçilmelidir. Dışarıdan bire bir alınan uygulamalardan
sağlıklı sonuç beklemek yanlıştır. O uygulama kendi kültür kodları içerisinde o
olumlu sonuçları doğurmuştur. Aynı uygulamalar bizde de aynı sonuçları verecek
diye bir önerme yapamayız, yapmamalıyız. Eğitim sistemimizi transfer
uygulamalarla yapboz tahtası olmaktan çıkarmalıyız. Kendi geleneklerimizin,
kendi kültür kodlarımızın oluşturacağı “milli mektep” sistemimizi oluşturmalı
bu düşünsel dirilişi harekete geçirmeliyiz. Ülkemizin geleceğinin inşası bu
bakış açısının sinerjisiyle şekillenecektir.
Nesilden nesile aktarılan bilgi,
kültür ve insan zihninde şekillenen düşünceler, zamanla davranışa dönüşür.
Ülkelerin geleceğe ilişkin varsayımları, genelde yeryüzünde, özelde kendi
coğrafi sınırlarında gelişen kültürel iklim, insanların yetişme düzeni ile
oluşan insan kaynaklarının ürettikleri ile şekillenir.
İhtiyacımız olan eğitim sistemimizi
değişen dünya şartlarına uygun olarak kendisini yenileyecek mekanizmalara ve
özgün düşünen, bilgi üretebilen insan kaynaklarına kavuşturmaktır.
1 – TYB
AKADEMİ Dergisi Vefa Taşdelen “Nurettin Topçu’nun Türkiye’nin Maarif Davası
İsimli Eserinde Eğitimin Güncel Sorunları”
2- Nihat BÜYÜKBAŞ, “Osmanlı İnsan Yetiştirme Düzeni ve Türkiye
Cumhuriyetinin Kuruluşuna Etkileri”
05 Eylül 2015
Mehmet Nuri Kaynar / BESAM Başkanı