Düşünce Kuruluşları(Think Tanks) devletlerin karar alma süreçlerinin etkinliği artırmak ve doğru politikalar izlenmesini sağlamak amacıyla söylemsel olarak bir algı oluşturmak için kurulmuş özel ve nitelikli çalışma/araştırma merkezleridir. Bu merkezler iç politika da toplumun karşılaştığı sorunları tartışma ortamına sokup problemlerin değerlendirilerek doğru ve meşru sonuçlar elde edilmesini amaçlar. Bu noktada sosyal sorunlar, ekonomi ya da savunma gibi konularda yoğunlaşan bu merkezlerin hepsi siyaset ve yönetim konularında farklı fikirler sunarlar. Dış politika da ise hem bölgesel hem küresel anlamda özellikle dünyayı yönetmek amaçlı oluşturulması gereken siyaseti belirlemek ve bu siyaset üzerinden yapılacak işleri düzenlemek için yoğun çaba sarf eder.
Gelişmiş ülkelerde de olmakla beraber özellikle gelişmekte olan ülkelerde iç ve dış politikaya, ekonomik devamlılığa, sağlık ve eğitim hizmetlerinden kültür ve sanata kadar birçok alanda karar vermek yöneticiler ve bürokratlar için kolay bir süreç değildir. Ele alınan konuların alt yapısıyla ilgili bilgileri toplamak ve bu bilgiler ışında doğru sonuçlar elde ederek, faydalı ve kullanılabilir politikalar üretmek hayati derecede öneme sahiptir. Buradaki en önemli sorun bilginin fazlalığı ve bunların elekten geçirilerek, süzülerek doğru ve gerekli bilgileri seçebilmektir. Çünkü devlet yönetimindeki insanların eline genelde kullanabileceklerinden çok daha fazla bilgi ulaşmakta, partilerin seçmenlerinin isteklerinden uluslar arası kuruluşların raporlarına kadar çok geniş spektrumlu araştırmalar, incelemeler, öneri ve tavsiye belgeleri, istihbarat tutanakları, özel dosyalar ve haberler sunulmaktadır. Bu bilgi yekûnu ise ciddi bir kafa karışıklığı oluşturmakta, zihinlerin kirlenmesine ve doğru kararların verilememesine sebep olmaktadır. Nitekim gelen bilgilerin güvenilir olmasının yanında çıkar amaçlı, yanlı ve yönlendirici bilgilerinde mevcudiyeti konunun ne kadar sıkıntılı olduğuna işaret etmektedir.
Bilginin hızla arttığı ve bilgi kirliliğinin her
yeri kapladığı bir dönemde bu bilgilerin derlenmesi, analiz edilerek işlevsel
hale getirilmesi ve kurumların ve devletlerin işine yarayacak şekle sokulması
düşünce kuruluşlarının görevidir. Düşünce kuruluşları siyasi içerikli bilgi
üretmekte ve bu bilgiyi yayarak politik tartışmalar ve gündem üzerinde etkide
bulunmaya çalışmaktadır. Ciddi kararlar vermek için kapalı kapılar ardında ve
gizli ortamlarda yapılan toplantıları yürütmek için bu kuruluşlara ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere düşünce kuruluşları derin
bir algı, derin bir siyaset ve derin bir devleti ifade eder. Bu derinlik
düşünce kuruluşlarını diğer sivil toplum kuruluşlarından farklı bir yörüngeye
oturtur. Bilginin mal ve hizmete dönüşmesinde öncül bir yeri olan düşünce
merkezleri içlerinde politik uzmanlar, akademisyenler ve emekli bürokratlar ile
politikacıları barındırmakta; istihbarat başta olmak üzere olasılık hesapları,
strateji üretimleri, öngörüler ve sosyal politikalar üzerinde yoğun mesai
harcamaktadırlar.
Bu bakış açısıyla think tankler bölgesel olduğu gibi
küresel anlamda da güç olan ya da güç olmayı hedefleyen ülkeler açısından dış
politika, ekonomi ve ülke içi politikalar gibi konularda izlenecek stratejileri
ortaya koyabilecek düşünsel ve pratik katkılar sağlayan kuruluşlar olarak görünmektedir.
Derinlik algısına ve politize toplumların bilgi tabanlı hareket öngörülerine
göre bu kuruluşlar “yumuşak altyapı” olarak da tanımlanmaktadırlar(1).
Soğuk Savaş ortamının sona ermesiyle güvenlik
yaklaşımlarının yeniden tanımlanması ve dünyayı yönetme konusunda farklı
stratejilerin belirlenmesiyle beraber uluslar arası alanda etkisi giderek artan
düşünce kuruluşlarının bilgi, tecrübe ve analiz kapasiteleri devletlerin en
önemli ihtiyaçlarının başında gelir olmuştur. Bu konu Soğuk Savaş döneminde çok
daha güçlü hale gelmişse de tarihi çok daha gerilere dayanmaktadır(2).
Özellikle 20. yüzyılın başlarında akılcı yönetim ilkesinin yoğun olarak
hissedildiği ABD’de bilimsel araştırmaların ve uzmanların yönetiminde daha
makul ve verimli bir ekonomik devlet yönetimi planlanmıştır.
Think Tank kelimesini ilk olarak 1927 yılında Brookings
Instution kullanmış ancak gerçek popüler kullanımını 1950’li yıllarda elde
etmiştir. Bu kuruluşların amaçları, faaliyet alanları, destekçileri ve daha
birçok farklı başlıkları dolayısıyla tek bir düşünce kuruluşu tanımı yoktur.
Örneğin ismi ilk olarak II. Dünya Savaşı sırasında duyulduğunda bu kuruluşlar
askeri ve sivil uzmanlar için askeri stratejiler geliştirmek için
çalışmışlardır.
Think tank ifadesi düşünce kuruluşu anlamına gelmekle
birlikte bu ifade yerine Kamu Politikaları Araştırma Enstitüsü, Düşünce Üretim
Merkezi, Akıl Deposu ya da Almanların deyimiyle Düşünce Fabrikaları ifadeleri
de benzer şekilde kullanılmaktadır.
Günümüz dünyasında çok sayıda düşünce kuruluşu(think tank)
bulunmaktadır. En fazla düşünce kuruluşu ABD’de bulunmakta olup sayıları
yaklaşık 1800 civandadır. Değerlendirme açısından G20 ülkelerinden bazılarını
incelersek yakın değer olarak Avrupa Birliği’nde 1485, Çin’de 425, Hindistan’da
292, İngiltere’de 286, Almanya 194, Frnasa’da 176 düşünce kuruluşunun olduğunu
görüyoruz(3).
II.
II. Dünya Savaşının oluşturduğu askeri ve ekonomik planlama
ihtiyacı, savunma sanayinin savaş sonrası gelişip güçlenmesi ve ABD’nin
emperyalist emellerinin projelendirilmesi, teknik özellikleri olan bir uzmanlar
güruhunun gelişmesine ve etkilerinin artmasına neden olmuştur. Bu uzmanlar
sadece kendi alanlarında nitelikleri ile(matematikçi, genetik uzmanı,
ekonomist, sosyolog vs.) isimlendirilmemiş ayrıca bu güruha “sosyal mühendis”
ya da “toplum mühendisi” gibi etkileyici tanımlamalar da eklenmiştir. Bu yeni
tanımlama gerçekten işin içeriğine bakıldığında çok doğru görünmektedir. Çünkü
derin bir akıl ve görüş ile strateji geliştiren ve bu stratejiye hem iç hem dış
kamuoyuna sunarken birçok parametreyi düşünerek iş yapan bu uzmanlar bir
mühendis gibi inşa faaliyeti sürdürürken, sosyal birçok konunun da bu inşayı
etkileyici unsurlarını hesaplamaktadırlar.
Sedat Laçiner, üniversitelerin oluşturduğu bilimsel
çalışmaların günlük sorunlara acil çözümler üretmek ve uygulanabilir, pratik
öneriler sunmakta ve karar alıcıları etkilemekte güçlük çekebileceklerini,
bunun için ara kanallar oluşturulması gerektiğini ifade etmektedir. Bu ara
kanalların, düşünce merkezleri veya siyaset enstitüleri adı verilen kuruluşlar
olduğunu belirten Laçiner, bu kuruluşların bilim ile hayat arasında köprü
olduğundan bahsetmektedir. Laçiner, bilimin kavramları ve kuramları ile ortaya
koyduğu formüller, öngörüler ve öneriler tüm dünyada daha çok düşünce araştırma
kuruluşları ve danışmanlık mekanizmaları yoluyla dış politika karar alma ve
icra alanlarına katılmakta olduğunu ifade etmektedir. Yani düşünce merkezleri
bilim ile dış politika karar ve icra mekanizmaları arasında bir tür şifre çözme
işlevi görmektedir(4).
Politika oluşturma sürecini etkilemek ve desteklemek,
kamuoyunu ve kamu politikalarını yönlendirmek amacına sahip, genelde hem
kurumsal hem mali bağımsızlığı olan, örgütsel özerkliğe sahip, tarafsız
araştırmalar yürüten ve kar amacı gütmediği iddia edilen bu merkezlerin
disiplinlerarası araştırma işini yürüttüğü ifade edilmektedir(5). Bu
kuruluşlara entelektüel girişimci de denilmekte olup farklı ve yenilikçi fikir
sunabilmelerinin mümkün olduğu ve bağımsız çalıştıkları düşüncesi gerçeğe
aykırı olmakla birlikte teorik olarak bu tanım tüm belgelerde
geçerlidir(6).
Bir ülkenin iktidarında bulunan hükümetler yönetime gelene
kadar topluma birçok vaatte bulunurlar. Bu vaatler seçime kadar pragmatik
olmakla beraber seçimlerden sonra hem sözlerin tutulması hem de verilen
sözlerin hükümeti zayıflatmaması için düşünce kuruluşlarından yararlanılır ve
bu kuruluşlar siyasi çevreler için vaatlerini hem düşünsel hem de bilimsel
alanda haklı göstermenin yollarını ararlar. Bu nokta özgün gündem yaratmayı
hedefleyen düşünce kuruluşlarının siyasiler ve siyasi partilerle olan ilişkilerinde
oldukça önem arz etmektedir(7).
Küreselleşmenin umut veren aldatıcı yönü ile beraber bir o
kadarda açıktan tehdit edici yüzü her konuda insanlığın görüşünü değiştirmiş,
ortama yeni aktörler, gündemler ve bunlara bağlı olarak yeni sonuçlar eklemiştir.
Bütün bu değişimi önceden hesaplamak, düzenlemek, yönetmek ve güne uyarlarken
kitlelerin itirazını en aza indirmek için yapılması gereken çalışmaların,
sadece ülkelerin karar vericilerinin “ben yaptım, oldu” mantığıyla
açıklanamayacağı ortadadır. Bu yüzden düşünce merkezleri uluslar arası alandaki
her tür değişim ve dönüşümü önceden görmek, hesaplamak ve geleceğe ait söz
söyleyip geleceği şekillendirmek için yoğun çalışmalar ve araştırmalar
yapmaktadır.
Genel olarak think tankler üç grupta değerlendirilebilir(8):
Birinci grup think tankler, öğrencisiz ünivesite adını da taşıyan ideolojik bir
yön aramadan hizmet sunan ve ticari kazancı ve prestiji önceleyen
kuruluşlardır. Bu kategoriye; sosyal devlet ilkesine karşı çıkan Brookings
Instution, muhafazakar yönü kuvvetli American Enterprise Instıtute, liberal
politikaları destekleyen Cato Instution, Avrupa’dan Royal Institute of
International Affairs(İngiltere), Wissenschaft und Politik(Almanya) gibi
kuruluşlar örnek verilebilir. Bu gruptaki kuruluşlar gizli ibaresi olmayan
çalışmalarını basmakta ve internetten yayınlamaktadır.
İkinci grupta ise ideolojik yönleri belli olmasına rağmen
kendilerini bağımsız olarak tanımlayan ve kazançtan çok ortak çıkarları
amaçlayan kuruluşlar bulunmaktadır. Tek adam işletmesinden başlayıp gelişen
büyüyen kuruluşlara kamuoyu araştırma şirketleri de dahildir. Bu gruba örnek
olarak Heritage Foundation, Institute for Policy Studies, Adam Smith Institute,
Öko-Institut, Fraknfurter Institut örnek verilebilir.
Üçüncü grupta ise çıkar amaçlı kuruluşlar bulunmaktadır.
Bu kuruluşlar sendika veya siyasi partilerle organik bağları olan enstitüleri
içinde barındırır. Bu türden enstitüler bağlı oldukları organizasyonun politik
hedeflerine ulaşması için gerekli yöntem ve söylemi üretirler ve bu işlevleri
dolayısıyla ABD’de politik işletmeler olarak anılmakta ve halkla ilişkiler
uzmanları ya da lobiciler ile aynı kategoride değerlendirilmektedirler.
III.
Dünyada bir çok ülkede think thank’ler mevcutsa da küresel
ve hegemon bir güç olan ABD’deki kuruluşlar belirgin olarak diğerlerinden
ayrılmaktadır. ABD’nin özellikle II. Dünya Savaşının ardından dünyada
etkiliğinin artması, Soğuk Savaş döneminde iki kutbun birini temsil edip bu
savaş sona erdiğinde galip olan taraf olması, başta BM ve NATO gibi kurumların
en belirleyici ülkesi olması şeklindeki çeşitli durumlar bu ülkenin
uluslararası alanda kazandığı önemi ve gücü göstermektedir.
Georgetown Üniversitesi Kamu Politikası Öğretim Üyesi Mark
Rom, düşünce kuruluşlarının etkilerini şöyle ifade etmektedir: “Amerika’da
sosyal bilimler alanındaki araştırmalar çok uzun bir geçmişe dayanıyor.
Hükümetin politikalarını etkileyebilecek çalışmalar yapan birçok kişi var.
Düşünce kuruluşlarına finansman sağlayacak birçok kaynak da var. Bu nedenle bu
kuruluşlar uluslararası standartlarda maddi destek alıyor. Düşünce kuruluşları
anayasanın verdiği haklara dayanarak hükümete ‘bunu yapsanız daha iyi olur’
diyebiliyor.”(9)
ABD’deki think tank’lerin dünya çapında güçlü olmasının
sebeplerinin başında şunlar gelmektedir: Bu kuruluşların yönetime fikir, rapor
ve belgelerini ulaştırma konusunda çok az engelle karşılaşmaları, aynı zamanda
bu görüş, rapor ve belgeleri hem iç hem de uluslar arası kamuoyuna rahat
aktarabilmeleri ve çok geniş bütçelerinin olması. Bunlar gibi daha birçok alt
sebepte işin içine eklenmesi ABD’de deki bu kuruşların diğer ülkelerin think
tank’lerinden ayrılmada ve koşuyu çok önde bitirmede önemli faktörlerdir.
Özellikle dış politika da çok etkin olan ABD think tank’leri ürettikleri fikir
ve öngörülerini yaygın hale getirerek meşrulaştırmak, öne çıkartarak hem
politika belirleyip hem de yüklü miktarlarda paralar kazanabilmek için çeşitli
taktikler oluşturmakta ve değişik kanallarla yönetime ulaşmak için uğraşmaktadır.
Bazısı ABD kongresinde etkin olmaya çalışırken bazısı akademisyenler ve ilgili
öğrencileri önemsemekte bazıları dış politika danışman ve bürokratları ile
gazetecileri hedef seçmektedir. Yayınladıkları raporlara ek olarak seminerler,
paneller ve kongreler tertip ederek aktif şekilde beyin fırtınası yapmayı,
planlanan çalışmalara çeşitli alternatifleri üretmeyi, aynı zamanda çeşitli
konularda kurslar açmayı izleyecekleri yol olarak görmüşlerdir(10).
Yine Mark Rom’a göre düşünce kuruluşları geleneksel
akademik işlevleriyle kalmayıp araştırmalarının reklam ve tanıtımını yapıyor,
lobiciliğe soyunuyor ABD kongre üyelerine, hükümetin yürütme organlarındaki
kilit isimlere elde ettikleri veriler ışığında neler yapılacağını söylerken bir
araştırmacı olmaktan çok satıcı, tüccar rolüne bürünüyorlar.
Wollongong Üniversitesinden Sharon Beder konu hakkındaki
düşüncelerini açıklarken ABD’deki düşünce kuruluşlarının devlet müdahalesini
minimuma indirmeye çalışan ve serbest piyasa ekonomisini savunan merkezler
olarak neoliberalizmin gelişmesinde önemli rol oynadıklarını ifade etmiştir.
ABD başkanları hükümetlerinin önemli görevlerine bu kuruluşlarda çalışan
kişileri atamışlardır. Her ne kadar medyada ya da kamuoyunda düşünce
kuruluşları bağımsız ve objektif birer yapılanmaymışçasına sunulsalar da, bu
tarz kurumlar akademik tabanlı örgütlenmelerden ziyade daha çok çıkar
gruplarına veya lobi gruplarına olan benzerlikleriyle tanınmaktadırlar(11).
ABD karar vericileri için bugünün düşünce kuruluşlarının
beş temel yararı vardır. Bu yararların en önemlisi ABD karar vericilerinin
dünyayı anlaması ve karşılık verebilmek için çeşitli yollarla yeni düşünceler
üretmesidir. Bunun dışında etkili öncelikleri belirlemek, hareket için yol
haritaları çizmek, politik ve bürokratik koalisyonu harekete geçirmek, kalıcı
kurumların tasarımlarını şekillendirmek diğer yararlarıdır(12).
Raporlar yayınlaması, dergi ve kitap gibi yayınlar
çıkarılması ve proje üretilmesi gibi çalışmalar bu kuruluşların temel uğraş alanlarıdır
ve bu yayınlar ABD başkanları, temsilciler meclisi ve senato üyeleri tarafından
dikkate alınmaktadır. Yani ABD’nin yönetsel karar alma mekanizmaları için think
tankler hayati öneme sahip kuruluşlardır. Bu kuruluşlar yayınların ve
önerilerin dışında ayrıca yönetime gelen hükümetler için nitelikli ve yetişmiş
elemanda sağlayarak karar alma süreçlerine her şekilde dâhil olmaktadır. Bu
anlamda dikkat edilecek olursa ABD’de tihnk tankler devletle -özellikle derin
devletle- iç içedir ve iç kamuoyundan uluslar arası ilişkilere kadar her
noktada, görünen ve görünmeyen tüm devlet kademelerini yönlendirmektedir. Bu
yüzden devletin farklı kademelerinden bağışlar ve destekler almaktadırlar.
Bütün bunların yanı sıra ABD’deki think tanklerin içerisinde Yahudi etkisi çok
yoğundur ve bu etki İsrail’in güvenliği, Ortadoğu’daki planlar, İran’a karşı
tavır, Arap Baharına bakış gibi birçok konuda ABD’nin yapacaklarını
belirlemektedir.
ABD’deki think tanklerde Yahudi etkisine bazı örnekler
vermek mümkündür: Washington Institute for Near East Policy isimli düşünce
kuruluşu 1985 yılında kurulmuş ve İsrail için stratejiler üretmeye başlamıştır.
Üyeleri ise çeşitli dönemlerde yönetimde yer almış(Dışişleri eski Bakanı, NATO
eski genel sekreteri, ABD Milli Güvenlik Konsey danışmanı vs.) kişilerden
oluşmaktadır. Yine Middle East Forum adlı kuruluş Arap ve Müslümanlara karşı
düşmanlıklarıyla tanınmaktadır. National Review Online, İsrail güvenlik
sorunları ile yakından ilgili bir kuruluştur. American Enterprise Institute ise
ABD yönetiminde ciddi söz sahibi olan bir kuruluş olarak bu kuruluşun
yöneticilerinden birisi olan Michael Ledeen “Dünyanın kalan kısmının dalga
geçmediğimizi anlaması için neredeyse her on yılda bir ABD’nin Allah’ın belası
bir ülkeyi seçip dümdüz etmesi gerekiyor” diyerek dünya üzerinde yapılan
katliamların nedenini çok net ortaya koymaktadır. Heritage Foundation, R.
Reagen dönemindeki Yıldız Savaşları projesi ve İsrail’le stratejik ittifak gibi
politikalarının mimarıdır. Bunun gibi daha birçok sayabileceğimiz think tankler
ABD’nin dünya hegemonyası ve İsrail güvenliği ile Ortadoğu politikalarının
belirleyicileri konumundadır.
Diğer ülkelerdekilerden çok daha farklı ve güçlü olan
ABD’deki bu think tanklerin dış politika oluşumlarında, yürütülmesinde ve
kamuoyunda meşrulaşmasında, tüm dünyada ortaya çıkan karışıklılarda, işgal ve
talanda önemli etkileri mevcuttur. Cumhuriyetçi ya da Demokratlardan kim
kazanırsa kazansın think tanklerin ABD yönetiminde doğrudan etkileri vardır ve
sadece dış politikadaki öncelikleri değişmekte ama ana eksenden
vazgeçilmemektedir.
IV.
Türkiye’de tihnk tank fikri çok eskiye
dayanmamaktadır. Özellikle ABD’deki benzerlerinin aksine politika yapıcılar ve
karar vericiler bu kuruluşlara karşı uzak durmuş ve bu kuruluşların vereceği
bilgilerin kendilerinde mevcut olduğu gibi bir tavra bürünmüşlerdir. Özellikle
12 Eylül darbesi sonunda “bizim tankımız var düşünceye gerek yok” vecizesi
konuyu yeterince açıklamaktadır.
Türkiye’de Devletin üst kademelerinde olduğu gibi halkın
da hemen hemen tümü bu kuruluşlar hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıkları
için konuya uzun yıllar uzak kalmışlardır. Bu uzak kalış think tanklerin
kurulmasını ve düşünce üretmesini zorlaştırmaktadır. Bu uzaklık farkı da
siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel desteği ortadan kaldırmakta ve özellikle
ekonomik sıkıntılar bu kuruluşların ortaya çıkması ve gelişmesine engel teşkil
etmektedir.
1969 yılında kurulan Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar
Merkezi ve 1974 yılında kurulan Dış Politika Enstitüsü Türkiye’de düşünce
kuruluşlarının başlangıcı olmalarına rağmen 90’lara kadar yeni merkezler
kurulmamıştır. 90’lı yıllarda konuya ilgi artmış ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan
sivil toplum örgütlerine kadar çeşitli katmanlarda değişik think tankler kurulmaya
başlanmıştır. Günümüzde Türkiye bu anlamda uzun yıllar çektiği düşünce
fakirliğinden kurtulmanın yollarını aramakta ve konuya yoğun ilgi
göstermektedir. Sayıları artsa da şu aşamada Türkiye’deki düşünce
kuruluşlarının etkinliği hesaplandığında var olan sayının sadece %10’u kadar
think tank ciddi yol katetmiştir.
Soğuk savaş döneminde strateji geliştirme, güvenlik ve
savunma konularında çalışmalar yapılırken Türkiye, bu dönemi kendi konumuna
uygun bir şekilde bir kanat üzerinde ve o kanadın düşünsel şekillendirmeleriyle
geçirdiği için think tank türü çalışmalara hiç önem vermedi. Değişen dünya
şartlarının Türkiye’ye yüklemiş olduğu yeni misyon ise bu kuruluşların önemini
ve sayısını arttırdı. Türkiye’nin AB üyeliği ve bu üyelik için yapılan çalışmalar
da think tanklerin Türkiye’de varlığını ve etkisini genişletmesinde yararlı
oldu.
Model ülke tanımlamasına kadar Türk Dış politikasında
think tanklerin etkisi sınırlı ve soyut olarak kalmıştı; yani sözü geçen, olgun
ve dünyayı anlayan fikirlerle güçlenmiş zihinsel bilginin oluşmaması, süreci
kısır bir döngü ye çevirmiş durumdaydı. Değişen şartlara uygun olarak bu kısır
döngüden kurtulmak için uğraşan Türkiye bugün think tank olgusunu ülke şartları
ve dünya konjonktürü açısından yeniden değerlendiriyor ve düşünsel bir sıçrama
yapmanın yollarını arıyor. Bu noktada Türkiye, son dönem hem iç hem de dış
politika da yaptığı reformları ve ekonomi alanında gösterdiği stabiliteyi bir
yönüyle bu düşünsel hareketliliğe borçludur.
Bugün hemen hemen her ülkede ortaya çıkmış birçok think
tank ve bu kuruluşlarda çalışan birçok insan var. Çalışanların geneli ise
nitelikli ve konusunda uzman kişilerden oluşuyor. Bu nitelikler dolayısıyla
think tankler siyasi hayata, ekonomiye, sosyal yaşama, kültüre yön veriyor
hayatın gerçek bir parçası oluyorlar. Küreselleşmenin, hegemonyanın ve küresel
yayılmacılığın aktörleri olmanın yolu güç algısından geçiyor ve bu gücü
besleyen temel nosyonlardan birisi de think tankler olarak görünüyor. Model
ülke Türkiye’nin ve ideolojik hesapları olan ülke, toplum ve gruplarında bu
konudan uzak kalmadan bir şeyler yapmaları gerekiyor.
Yrd.Doç Dr. Murat KİRİŞÇİ