Menü Kapat

İnnovasyonla Gelişen Ülkeler

İnnovasyon’la Gelişen Ülkeler

Servet ENGİN
 
    Bir Ülkenin kalkınması için emek ve sermayeden çok daha önemli bir şey var: İnnovatif Yeni Fikirler. Başarılı bir sonuç almak için, farklı düşünmek ve uygulamada farklı yöntemler geliştirmek gerekir. Einstein’in şu sözü ne kadar manidardır:” Bugün oluşturduğumuz dünyanın problemleri, bu problemleri oluştururken düşündüğümüz şekilde düşünürsek çözülemezler.”
 

    İnnovasyon, ürün ve hizmetlerde yeni yöntemlerle katma değer oluşturan, karlılık ve büyüme getiren icatlara verilen addır. Sürekli yenilenme kainatın ruhunda da var. Medeniyet de bugünkü seviyesine bu dinamik ruh sayesinde ulaştı. İnnovatif bir bakış açısıyla yaklaşıldığında dönüşüme vesile olan değişim ve gelişim, kirli endüstri çağının atıklarını yüksek teknolojinin meharetli elleriyle verimli ürünlere dönüştürdü. Ya da sadece maddi kazanç hırsıyla çevre ve toplumun geleceği düşünülmeden yapılan çalışmalar teknolojiyi insanoğluna saldıran ‘kırk başlı ejderha’ya dönüştürdü.
 
    Kıyasıya rekabetin yaşandığı, dünyanın büyük kısmının üretici hale geldiği, kar yüzdelerinin çok çok azaldığı günümüzde tercih edilebilir olmak, ancak innovasyonla mümkün. Teknolojik gelişme üretimi çok kolaylaştırdı. Üretim her yerde yapılabiliyor. Markalar her yerde var. Bugün dünyanın en büyük problemi üretim azlığı değil, bilakis ürün fazlalığı. Farklılık oluşturmayan ve innovatif pazarlama ağı kuramayan şirketlerin yaşama şansı gittikçe zayıflıyor. Dünyanın hızla tek bir pazar, tek bir üretim platformu haline doğru gittiği düşünülürse, oldukça güçlü rakiplerin arasından sıyrılıp öne çıkmak sürekli iyileştirme mantığını kavramakla mümkün.
 
    İnnovasyon, ülkeler için kalkınmanın ve rekabet gücü oluşturmanın en önemli aracı. Üretkenliği, istihdamı artırmanın ve daha çok katma değer oluşturmanın, dolayısıyla sürdürülebilir ekonomik büyümenin ve toplumsal refahın yolu innovasyondan geçiyor. Avrupa Birliği’nin dünyanın en rekabetçi ve dinamik bilgi toplumu olma hedefinin odağını ve yapısal reform stratejilerinin merkezini ‘innovasyon’ oluşturuyor. AB, innovasyonu ”Avrupa için acilen ele alınması gereken ortak bir mesele” olarak tanımlıyor. OECD’nin de vurguladığı gibi ”Bir ülkede refahın ve istihdamın artması, o ülkenin innovasyon yapma ve adapte etme kapasitesine bağlıdır.” Dolayısıyla, işsizlik ve gelir dağılımındaki adaletsizlik başta olmak üzere temel toplumsal ve ekonomik sorunlarımız, ülke olarak innovasyonu ekonomik ve sosyal kalkınmamızın motoru haline getirememizden kaynaklanıyor.
 
  Günümüzün hiper-rekabetçi iş ortamında kalıcı olmak ve sürdürülebilir karlı büyümeyi sağlayabilmek innovasyondan geçmektedir. Eskiden rekabet avantajı sağlamak için yeterli olan kalite ve maliyet avantajları günümüzde sadece geçici rahatlamalar sağlayabiliyor. Ürünlerin ve hizmetlerin giderek birbirine benzediği, hızla metalaştığı ve bir iletişim bombardımanı ile benzerleri arasında tüketiciye sunulmaya çalışıldığı günümüz pazarlarında, önemli olan farklılık oluşturmaktır. Ayrıca hiçbir ürün ve hizmet kalıcı değildir. Dolayısıyla, daha da önemli olan, sürekli innovasyon yapabilme ve farklılığı her seferinde kendini aşarak oluşturabilme, yani innovasyon yeteneğine kavuşabilmektir. Günümüzde ve gelecekte sürdürülebilir karlılık ve büyüme için tek çıkar yol innovasyondan geçmektedir.
 
    Günümüzde, rekabet avantajının belirleyicisi artık yalnızca maliyetler değil. Pazarın ihtiyaçlarına cevap verme hızı, ürün ömürlerindeki kısalmalar, ürün ve hizmet kalitesi, tasarım, yeni ürün ve hizmetlerin geliştirilmesi, müşteri isteklerine göre ürün ve hizmet üretimi, yeni yönetim ve organizasyon modelleri gibi pekçok faktör de innovasyon yapmayı gerektirir ve bütün bu etkenler maliyetlerden çok daha önemlidir. Yeni pazarlara girmenin, varolan pazar payını yükseltmenin ve rekabet gücünü artırmanın yolu da buradan geçiyor.
 
    İnnovasyon, rekabet üstünlüğü sağlayan ve bu sayede para kazandıran bir etken olduğu için, innovatif üretim ve hizmet sürecine giren Çin ve Hindistan gibi ülkeler Batılı Ülkeler için kalkınmanın lokomotifi olmuş geleneksel rekabet alanlarında çok hızlı mesafeler aşmakta ve onların rakabet üstünlüklerini füze hızıyla yok etmektedirler.Önce oyuncak, ayakkabı, hırdavat, daha sonra tekstil ve hazır giyim, günümüzde de otomotiv yan sanayi ve elektronik sektörleri üretimin hızla Çin’e kaydığı sektörler oldu. Hindistan da özellikle hizmet sektörlerinde çok önemli mesafeler katetmekte. Avukatlık hizmetlerinin bile fason olarak Hindistan’a yaptırılmaya başlandığı günümüzde hiçbir kariyer artık koruma altında değil. Bütün bu hızlı gelişmeler, Dünya nüfusunun yarısını bünyesinde barındıran Asya kıtasının geleceğe damgasını vuracağını gösteriyor.
 
    İnnovasyon becerisi, rekabet gücü konusunun temelindeki en temel beceridir. Ama innovasyon becerisinin geliştirilebilmesi tek başına şirketlere bırakılacak bir şey olmamalıdır. Bunun en önemli sebebi şirketlerin innovasyon becerilerini geliştirmeleri onların kendi rekabet üstünlükleri açısından çok önemli olsa da, bunu bütün ülkeye yaygınlaştırmak konusunda yetersiz kalır. Daha da önemlisi, eğer bir ülkedeki genel ekonomik ortam rekabetçi değilse , o ülkenin sektörleri kendi başlarına uluslararası düzeyde rekabetçi olamazlar. Eğitim kalitesinin düşük, teknik ve teknolojik eğitim yatırımlarının yetersiz olduğu ülkelerde bir de innovasyona yönelik çalışmalara yeteri kadar önem verilmezse, şirketlerin tek başlarına uluslararası pazarların yeni rekabet koşullarına ayak uydurabilmeleri oldukça zordur. İhracata yönelik üretimle büyümeyi hedefleyen ülkemizin ‘rekabet için innovasyon’ konusunu gündemin bir numaralı maddesi haline getirmesi kaçınılmazdır. Zira uluslararası rekabet gücü ve üretim kapasitesi olmayan toplumlar refah üretemezler. Sektörlerimizin rekabet güçleri ölçüsünde dünya ekonomisinden pay alabileceği daima hatırlanmalıdır.
 
    Araştırma-geliştirme (Ar-Ge), innovasyon için gereken en önemli faaliyetlerden biridir. Özellikle küçük firmalar, varolan ihtiyaçları için en uygun teknolojiyi bulup adapte ederek innovasyon sürecine dahil ederler.
 
 Ancak firmaların hepsi Ar-Ge’ye yatırım yapacak güçte değildir. Üstelik, Ar-Ge’yi yapanların girişimcilik niteliği yoksa, değer oluşturulamaz; Ar-Ge sonuçları innovasyona dönüştürülemez. Ayrıca teknoloji tabanlı firmalarda her ne kadar ağırlık teknolojik innovasyona veriliyorsa da, organizasyonel, tanıtımsal ve sunumsal innovasyona yeterli kaynak ayrılmadan başarılı olmayı beklemek hayalden öteye geçmez.
 
   Bir ülkenin ekonomik büyümesi ve rekabet gücünün artmasındaki en önemli etken yüksek teknolojidir ve yüksek teknolojinin bu rolünün önemi her geçen gün daha da artmaktadır. Teknolojik innovasyon ise teknolojinin toplumsal refahı artırmak ve yaşam kalitesini yükseltmek için kullanılmasını sağlayan mekanizmadır ve ekonomik büyümenin sürdürülebilir olması için şarttır. Gelişmiş ülkelerin başarılarının sırrını araştırdığımızda uluslararası boyutta rekabet edebilme güçleri, halklarının zenginliği ve refahının; firmalarının yeni ürün ve hizmet geliştirmek ve üretkenliği artırmak amacıyla sürekli olarak teknolojik innovasyon yapma yeteneklerine bağlı olduğunu görürüz.
    Firmalar, varlıklarını sürdürmek ve rekabet güçlerini artırmak için innovasyon yapmalıdırlar. Zira küresel rekabet için maliyetlerin azaltılması, yeni ürün ve hizmetlerin geliştirilmesiyle çeşitliliğe gidilmesi ve ürün ve hizmet kalitesinin artırılması şarttır. Bu zorunluluklar, innovasyon ihtiyacını ortaya çıkaran unsurlardır. Böylece yeni pazarlara girmek ve varolan pazar payını artırmak mümkün olabilir.İnnovasyon, ekonomik büyümenin, artan istihdamın ve yaşam kalitesinin anahtarıdır.Tüm sektörlerde faaliyet gösteren her türlü firmanın bütün iş alanlarında innovasyona ihtiyacı vardır. Örneğin, tekstil sektöründe faaliyet gösteren bir firma, yıkandığında buruşmayan, boyası atmayan, kir tutmayan bir kumaş geliştirebilir. Zaten teknik, akıllı ve konvansiyonel tekstil üretimi gelecek yıllara damgasını vuracak ve nano teknolojinin hayatımıza daha çok girmesiyle hergün yepyeni ve şaşırtıcı sürprizlerle karşılaşacağız.
 
    Compact Disc’lerin (CD)  ilk üretiminde, geliştirilmesinde ve yaygınlaştırılmasında  Sony ve Philips işbirliği yaparak, innovasyona güzel bir örnek oluşturdular. Philips, 1978’de CD’nin prototipini oluşturdu ama ticarileştirmenin kendisi için kolay olmadığına karar vererek bir yıl sonra bu iş için gerekli yetenek ve kapasiteye sahip olduğunu düşündüğü Sony ile stratejik işbirliği oluşturdu. İki ortak, bu yeni ürünü kısa sürede uluslararası standartlara sahip olacak şekilde geliştirdi ve 1982’den itibaren dünya pazarlarına sunmaya başladı. Bu iki şirket, birbirlerini tamamlayıcı özelliklerini biraraya getirdikleri için bu işbirliği çok başarılı oldu.
 
    Güney Kore’de 135 bin , dünya çapında 230 binden fazla çalışanı bulunan , 60 ülkede faaliyet gösteren Samsung yılda 160 milyar Dolar’ın üzerinde ihracat gerçekleştiriyor. Samsung son yıllarda teknolojik innovasyon çalışmaları için Çin’e milyarlarca dolarlık yatırım yaptı, ama karşılığını birkaç katıyla aldı. Samsung, Güney Kore’nin 1960’larda başlayan innovasyona dayalı kalkınma stratejisinin bir ürünü. Şirket, 15 yıl gibi kısa bir sürede, daha önce hakkında hiçbir şey bilmediği karmaşık bir teknoloji alanında dünya lideri. Samsung’un yatırım için Çin’i seçmesi ise tesadüf değil. Çin’in innovasyona dayalı kalkınma stratejisinin bir sonucu.
 
    Güney Kore, düşük enflasyon ve işsizlik oranı, ihracat fazlası ve gelir dağılımındaki adaletle, innovasyona dayalı kalkınmanın ne anlama geldiğinin kanıtı. 40 yıl önce, ülkemizle hemen hemen aynı ekonomik ve sosyal göstergelere sahip olan Güney Kore’de bugün işsizlik, %3’ler seviyesinde. Güney Kore gibi gelişmiş ülkeleri yakalama yolunda önemli mesafeler katetmiş ve katetmekte olan ülkelerin ortak özelliği, ekonomik ve sosyal politikalarının odağına innovasyonu yerleştirmeleri. Bu yolda farklı stratejiler izleseler de, Güney Kore, Finlandiya, Malezya, İrlanda, Tayvan ve Singapur gibi örnekler, refah toplumu oluşturmanın innovasyonla mümkün olduğunu kanıtlıyorlar. Çin ve Hindistan da aynı yolda emin adımlarla ilerliyor.
Avrupa Birliği’nde kişi başına düşen gayri safi milli hasıla Amerika Birleşik Devletleri’nden yaklaşık yüzde 30 daha az. AB’ye göre bu farkı kapatmak üretkenliği artırmakla, üretkenliği artırmaksa innovasyonla mümkün. Amerika’da Rekabetçilik Konseyi’nin 2004 yılı sonunda düzenlenen Ulusal İnnovasyon Zirvesi’nden sonra yayınladığı ”Amerika İnnovasyon Yap: Değişen Bir Dünyada Gelişmek” adlı raporu ”İnnovasyon 21. Yüzyılda Amerika’nın başarısını belirleyecek en önemli faktör olacaktır.” cümlesiyle başlıyor. Raporda, Amerika’nın karşı karşıya kaldığı en önemli sorunun üretkenliği artırmak, yaşam standartını yükseltmek ve küresel pazarlarda lider olmak için innovasyon kapasitesini açığa çıkartmak olduğunun altı çiziliyor.2005 yılı EIS sonuçları ise, AB üye ülkelerinin innovasyon eğilimlerinde bir değişiklik olmazsa AB’nin ABD’yi yakalamasının 50 yıldan daha uzun süreceğini gösteriyor.
 
    PWC Trendsetter Barometer araştırması sonuçlarına göre Amerika’nın en hızlı büyüyen özel şirketlerinin üçte ikisinin CEO’ları innovasyonun şirket çapında bir öncelik olduğunu ve iş sonuçları üzerinde önemli bir olumlu etkisi olduğunu söylüyorlar. Aynı araştırma sonuçlarına göre, innovasyonda en iyi şirketler, cirolarının % 75”inden fazlasını birkaç yıl önce var olmayan ürün ve hizmetlerinden yapıyorlar.  
 
    21. yüzyılda ülkelerin geleneksel ekonomilerini ‘innovasyon ekonomisi’ne dönüştürmedeki başarıları, sürdürülebilir ekonomik büyüme ve toplumsal gelişme performanslarını belirliyor.  İnnovasyon ekonomisi kendini, nitelikli işgücü, bu işgücü için yüksek getiriler vaadeden yeni iş sahaları ve bu yeni iş alanlarını oluşturan hızla büyüyen firmalar ve çok sayıda kurulan ve gelişen işletmelerle gösterir.
 
   Tayvan, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ekonomik yapılanma sürecinden başlayarak, KOBİ odaklı büyüme stratejisi uygulayarak , bu yolda ilk adımlarını attığı 1950’lerdeki 900 Dolar’lık kişi başına düşen milli gelirini bugün 25 bin Dolar’ın üzerine çıkardı. Tayvan ekonomisinin belkemiğini innovasyona dayalı KOBİ’ler oluşturur. 1998’deki Asya krizinde bile rekabet güçlerini kaybetmeyen bu KOBİ’ler, innovasyon odaklı büyüme stratejisinin sağlamlığının bir göstergesidir.
 
   Dünya Ekonomik Forumu’nun yaptığı araştırmalara göre son yılların rekabet gücü en yüksek ülkesi Finlandiya. Bu ülke, innovasyona yaptığı yatırımla, güçlü bir ekonomi ve hayat standartları yüksek bir toplum oluşturmayı başardı. Fin hükümeti, yaklaşık çeyrek asır önce innovasyona büyük kaynaklar ayırmaya ve innovasyonu teşvik eden bir ortam oluşturmaya başladı. Bu yatırımlar, ekonomik durgunluk dönemlerinde bile hız kesmedi. 1990’ların başında yaşanan ve işsizliği yüzde 20’lere tırmandıran krizin etkileri de bu sayede atlatıldı. Krizden hemen sonra kapsamlı bir eğitim ve araştırma programı başlatıldı. Böylelikle tarım ve ormancılığa dayalı ekonomi, yerini sanayiye dayalı ekonomiye, ardından da innovasyon ekonomisine bıraktı. 2000’li yıllarda, bilişim teknolojileri Fin ekonomisinin amiral gemisi haline geldi. 1985’lerde 10.000 Dolarlar civarında olan kişi başına düşen milli gelir, üç mislinden fazla artış gösterdi.138 yıl önce araç lastiği ve bot üretmek üzere kurulan Nokia, innovasyon açısından büyük başarılara imza atarak, mobil iletişim devi haline geldi.
 
   İsveç’i 100 yıldan kısa bir süre içinde, bir buz çölünden ”endüstri ötesi ülke” haline getiren faktörün belli başlı 50 adet innovatif icat olduğu, bir Yunanlı doktora öğrencisinin teziyle kanıtlanmıştır. 
İsviçre’liler, ülke ve toplumlarını tanıttıkları bir turizm broşürüne , en belirgin nitelikleri olarak ”Biz İsviçre’liler, icatçı bir milletiz” diye yazmaktadırlar. 
   Bir Japon otomobili üzerinde irili ufaklı 120.000 ‘innovasyon’  mevcuttur.
İnnovasyon, son yıllarda basında da dikkat çekici şekilde yer almaya başladı. İşte birkaç örnek:
Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında innovasyon ana temayı oluşturdu. (Business Week, 31.01.2006)
Dünya çapında 765 CEO, innovasyon en önemli konu dedi. (IBM Araştırması, Sabah – 07.06.2006)       
Bugün ve yarın sürdürülebilir karlılık ve sürdürülebilir büyüme için tek yol innovasyondan geçmektedir. Business Week’in yaptığı Dünyanın En İnnovatif Şirketleri araştırmasında Apple üç yıldır birinci sırada. Apple’ı,  Google ve Toyota izliyor. 2006 yılında yapılan araştırmada olmayan Walt Disney ve Boing listeye yeni girdiler. (Business Week, 14.05.2007)
Savaşlarımızı, metalaşmaya giden alçak yolda değil, innovasyonun yüksek yolunda yapacağız.(Howard Stringer, Y.K.Başk. ve CEO – SONY)
Bu göreve geldiğimden beri bütün yaptığım, tek bir kelimeye odaklanmak oldu:İnnovasyon (Ed Zander, CEO – Motorola)
İki sihirli kelimeye odaklandık: İnnovasyon ve Marka Değeri (Erdal Karamercan, CEO – Eczacıbaşı Holding)
Karlılığın tek kaynağı, bugün ve gelecekte şirketlere yatırım yapmanın tek nedeni, onların innovasyon yapabilme ve farklılık oluşturabilme yetenekleridir. (Jeff İmmelt, CEO – Motorola)
İnnovasyon gerektiren bir çağda innovasyon yapamayan büyük bir şirket, küçülme ve yokolma tehlikesi ile karşı karşıyadır. (Peter Drucker)
Sürekli innovasyon ve insan kapasitesinin tam ve serbest bırakılmış ifadesi Japonya’nın yeniden doğuşu ve canlandırılması için şarttır. (Junichiro Koizumi, Japonya Başbakanı)
 
    Bütün bu değerlendirmelerin ışığında şu sonuca varabiliriz. Bir ülkenin kalkınması için emek ve sermayeden çok daha önemli bir şey var: İnnovatif Yeni Fikirler. Başarılı bir sonuç almak için, farklı düşünmek ve uygulamada farklı yöntemler geliştirmek gerekir. Einstein’in şu sözü ne kadar manidardır:” Bugün oluşturduğumuz dünyanın problemleri, bu problemleri oluştururken düşündüğümüz şekilde düşünürsek çözülemezler.”
 
 
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir