Teknoloji Eğitiminin Önemi
Günümüz ekonomisinin motoru sahip olduğumuz para değil, sahip olduğumuz teknolojidir. Teknoloji artık hem şirketler, hem de ülkeler açısından en önemli rekabet üstünlüğü unsuru haline gelmiştir.
Bir ülkenin gelişmesini şu etmenler belirler: Nüfus, doğal kaynaklar, sermaye birikimi ve teknolojik ilerleme. Araştırmalar, 1929 ile 1982 yılları arasında günümüzün en gelişmiş ülkesi olan ABD’deki üretim kapasitesinin artmasına, çalışma öncesi eğitimin %26, iş hayatı boyunca eğitimin ise %55 oranında katkı yaptığını gösteriyor. Okulda ve işbaşında eğitim almak, bu yüzyılda gelişmiş ekonomilerde yaşanan büyüme ve verimliliğin ardındaki en önemli etmenlerdir. Önümüzdeki yıllarda da ülkelerin ekonomik durumunu bu etmenler belirleyecek.
Ne doğal kaynaklar, ne de jeopolitik konumu bir ülkenin ekonomik açıdan şampiyonlar liginde yer almasını garantilemiyor, ama yüksek nitelikli insan ve işgücü bunu mutlaka sağlıyor. Günümüzün yoğun rekabet ortamında, ülkeler, firmalar ve bireyler için ayakta kalabilmek her şeyden önce strateji planlamasını gerektiriyor. Başarının altın anahtarı fiziksel güç ve beceriden daha ziyade bilgi birikimi ve teknoloji kullanımını gerektiriyor. . Bu durumu doğru olarak belirleyen, Türk Sanayi’nin duayenlerinden Dr. Nejat Eczacıbaşı şu açıklamada bulunmuştur: ‘’Toplumların gelişmede geç kalmalarını basit formüllere bağlamak uzun süre alışkanlık haline gelmiştir. Burada çok zaman töhmet, ülkelerin doğal kaynaklardan yoksunluğuna, ağır endüstrisinin bulunmayışına , nüfus yoğunluğuna ya da kapital eksikliğine yüklenir. Oysa, gelişmenin ön koşulu yalnızca doğal kaynakların varlığı olsaydı, Brezilya ve Endenozya’nın zengin ülkeler arasında yer alması, Japonya, İsviçre ve Norveç’in de gelişmemiş olması gerekirdi. Ağır endüstri gelişmiş olmanın şartı niteliğini taşısaydı, Danimarka ve Yeni Zelanda çok daha başka ekonomik ölçüler içinde bulunacaklardı. Sırf kapitalle gelişmek kabil olsaydı, Venezuella ve Kuveyt gibi ülkeler gelişmenin ön aşamalarında yer alabilecek; nüfus yoğunluğunun aşırı baskısı ise Hollanda’yı ve Japonya’yı geri ülkeler sınıfına çekecekti. Gelişmiş ve gelişmemişliğin (zengin-yoksul) çözümlenmesinde ortak etken, toplumun eğitilmiş ve eğitilmemiş olmasıdır. Hemen her ülkenin kullanılması bilindiği takdirde gelişme için potansiyeli vardır. Potansiyeli kullanmasını bilmek, eğitim ile yönetimin bir fonksiyonudur.’’
Günümüzde, yüksek nitelikli işgücüne duyulan ihtiyacın, mevcut işgücünün kalitesinin yeterliliği ile çelişki içinde olduğu iyice açığa çıktı. ABD’deki işgücünün becerileriyle ilgili sorunlar giderek artıyor. Dahası, işverenler bu sorunlara yeterince eğilmiyorlar. Amerika’da yapılan bir araştırmada 57.000 iş başvurusu üzerinde yapılan inceleme sonucunda, adayların 54.900’ünün, yani %96,3’ünün,matematik, okuma ve mantık konularında temel becerilerden yoksun olduğu görüldü. Bank of America’da hazırlanan bir insan kaynakları planlama raporunda ‘’New York’taki Chemical Bank’in, veznedar olmak üzere eğitilebilecek bir kişi bulmak için 40 adayla görüşme yapması gerek ‘’ deniyor. Los Angeles’teki Pacific Bell’de, lise eğitimi gerektirmeyen giriş düzeyindeki bir iş için yeterlilik sınavına giren 3500 adaydan %95’i başarısız oldu.
Çağımızın “baş döndürücü” düzeyde gelişen bir bilim, teknoloji ve iletişim çağı olması itibariyle, gerekli imkânlara sahip olan ve bu imkânları azami düzeyde kullanan ülkeler, göreceli olarak büyük bir üstünlük sağlamaktadır. Buna ilâveten, teknolojideki gelişim doğrultusunda gerçekleşen Araştırma – Geliştirme faâliyetleri ve inovasyon girişimlerinin de giderek artması, bu sürecin doğrudan bir üretici güç haline dönüştüğü tespitine bizi götürmektedir ki, bu da bugün ne kadar stratejik bir noktaya gelindiğini göstermektedir. Günümüz ekonomisinin motoru sahip olduğumuz para değil, sahip olduğumuz teknolojidir. Teknoloji artık hem şirketler, hem de ülkeler açısından en önemli rekabet üstünlüğü unsuru haline gelmiştir. Teknolojik gelişmeler, ülkelerin endüstriyel gelişimine en büyük katkıyı sağlamaktadır. Endüstride, bu yeni teknolojilerle üretim yapabilecek yüksek nitelikli insan gücünün yetiştirilmesi günümüzün en önemli sorunlarındandır. Bu noktada teknik eğitimin önemi ve niteliği daha iyi anlaşılmaya başlamıştır. Okul – Sanayi işbirliği yeterince geliştirilemediği için, mesleki eğitim büyük ölçüde uygulamaya geçememiştir. Bir ülkenin eğitimle ilgili göstergeleri, o ülkenin diğer sahalardaki durumunu da yansıtır. Eğitimde kaynakların verimsiz kullanılması, endüstride, bürokraside ve ticarette de aynı verimsizliğin bir göstergesi olabilir. Yani, okullar toplumdaki siyasal değişimleri ve kültürel gelişimleri anlamak için adeta bir model gibidir. Eğitim çalışmaları topluma belli bir değişme ve gelişme getirmelidir. Günümüzde, dünya nüfusunun yalnızca %5’ini barındıran ABD, dünya endüstriyel üretimin %25’ini gerçekleştirmektedir. ABD'de, 1794 tarihinden 1986 yılına kadar 192 yıl içinde 4.600.000 patent tescil edilmiştir. Ülkemizde ise patent yasasının çıktığı 1800'lü yıllardan günümüze kadar geçen süre içinde, yaklaşık 23.000 patent tescil edilmiş olup bunun 20.000 kadarı yabancıların Türkiye'de tescil ettirdikleri patentlerdir. Yaklaşık 200 yıldaki toplam patent sayımız, ABD'de bir haftada yapılan başvuru sayısının yarısı kadardır.
Ekonomik yapıdaki değişimlerin ilk etkileyeceği kurumların başında eğitim gelir. Örneğin, tarıma dayalı yapıdan endüstriye dayalı ekonomik yapıya geçen ülkede eğitimden beklenenler de değişecektir. Sanayiye dayalı yapıyla birlikte meslekî okullara ağırlık verilmesi kaçınılmaz olacaktır. Bilgi toplumuna geçiş yapan toplumların eğitim uygulamalarında da benzer türden yapısal değişiklikler meydana gelebilir. Bu yapısal değişimler, eğitim politikasında olduğu gibi eğitim müesseselerinin her safhasında yapılacak yeni uygulamaları kapsayabilir. Teknolojik ilerlemelerin eğitim ve öğretimde oynadığı rol büyüktür. Örneğin bilgisayarların yaygınlaşması, öğretimde matematiksel etkinliklerin azalmasına yol açabilmektedir. Aynı şekilde teknolojinin gelişmesi, öğretmenin rolünü de değiştirmiştir. Zira öğretim etkinliklerinin büyük bir kısmı teknolojik araçlara bırakılmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak, rolü değişen öğretmenin yetiştirilmesinde temel alınacak ilkelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Telekomünikasyonun gelişmesine dayalı olarak bilgiye erişme yolları da değişmektedir. Bu da öğretimin içeriğinin değişmesine yol açmaktadır. Eğitim- öğretimde bilgi edindirme üzerine kurulu olan yöntem, bilgiye nasıl ulaşılacağı üzerine kaymaktadır.
Araştırmaya göre dünyada Ar-Ge yatırımları bir önceki yıla göre iki kat arttı. 4 yıldan bu yana ilk kez Ar-Ge harcamalarındaki büyüme satışlardaki büyümeyi yakaladı. İnovatif şirketler gelişmekte olan ülkelerde yaptıkları Ar-Ge harcamalarını artırsa da bu artış toplam küresel artış rakamlarının gerisinde kaldı. Amerikan şirketleri bir önceki yıla göre Ar-Ge harcamalarını 21 milyar dolar artırırken (toplam rakam 194.2 milyar dolar), Çin ve Hindistan’ın elde ettiği 400 milyon dolarlık artışın katbekat üzerine çıktı. Hindistan ve gelişmekte olan ülkelerin tamamının Ar-Ge harcamaları toplam Ar-Ge harcamalarının yalnızca yüzde 5’ini oluşturdu. Ancak Çin ve Hindistan 2006’da Ar-Ge harcamalarını bir önceki yıla göre yüzde 25.7 artırarak son 5 yılda elde ettikleri ortalama yüzde 25’lik artışın üzerine çıkmayı başardı. Çin ve Hindistan’ın toplam Ar-Ge harcaması ise 2.1 milyar dolar En inovatif 10 şirketin toplam Ar-Ge harcaması 1000 şirketin toplam Ar-Ge harcamasının yüzde 15’ini, 20 şirketin toplam harcaması ise 1000 şirketin toplam harcamasının yüzde 27’sini oluşturuyor! Dünyadaki toplam Ar-Ge harcamalarının yüzde 13’ü de bu 20 şirkete ait. Araştırma ve geliştirme olanaklarının giderek ve hızla artmasını destekleyecek şekilde, toplumsal ve ekonomik yaşantının farklı oyuncularından gelen inovatif girişimler, karşımıza ikili bir sarmal çıkarmaktadır: Teknoloji çağı, araştırma ve inovasyon hedeflerini beslemekte, ortaya çıkan somut ürünler ise teknolojik altyapıyı güçlendirmektedir.
Ekonomik yapıdaki değişimlerin ilk etkileyeceği kurumların başında eğitim gelir. Örneğin, tarıma dayalı yapıdan endüstriye dayalı ekonomik yapıya geçen ülkede eğitimden beklenenler de değişecektir. Sanayiye dayalı yapıyla birlikte meslekî okullara ağırlık verilmesi kaçınılmaz olacaktır. Bilgi toplumuna geçiş yapan toplumların eğitim uygulamalarında da benzer türden yapısal değişiklikler meydana gelebilir. Bu yapısal değişimler, eğitim politikasında olduğu gibi eğitim müesseselerinin her safhasında yapılacak yeni uygulamaları kapsayabilir. Teknolojik ilerlemelerin eğitim ve öğretimde oynadığı rol büyüktür. Örneğin bilgisayarların yaygınlaşması, öğretimde matematiksel etkinliklerin azalmasına yol açabilmektedir. Aynı şekilde teknolojinin gelişmesi, öğretmenin rolünü de değiştirmiştir. Zira öğretim etkinliklerinin büyük bir kısmı teknolojik araçlara bırakılmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak, rolü değişen öğretmenin yetiştirilmesinde temel alınacak ilkelerin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Telekomünikasyonun gelişmesine dayalı olarak bilgiye erişme yolları da değişmektedir. Bu da öğretimin içeriğinin değişmesine yol açmaktadır. Eğitim- öğretimde bilgi edindirme üzerine kurulu olan yöntem, bilgiye nasıl ulaşılacağı üzerine kaymaktadır.
Araştırmaya göre dünyada Ar-Ge yatırımları bir önceki yıla göre iki kat arttı. 4 yıldan bu yana ilk kez Ar-Ge harcamalarındaki büyüme satışlardaki büyümeyi yakaladı. İnovatif şirketler gelişmekte olan ülkelerde yaptıkları Ar-Ge harcamalarını artırsa da bu artış toplam küresel artış rakamlarının gerisinde kaldı. Amerikan şirketleri bir önceki yıla göre Ar-Ge harcamalarını 21 milyar dolar artırırken (toplam rakam 194.2 milyar dolar), Çin ve Hindistan’ın elde ettiği 400 milyon dolarlık artışın katbekat üzerine çıktı. Hindistan ve gelişmekte olan ülkelerin tamamının Ar-Ge harcamaları toplam Ar-Ge harcamalarının yalnızca yüzde 5’ini oluşturdu. Ancak Çin ve Hindistan 2006’da Ar-Ge harcamalarını bir önceki yıla göre yüzde 25.7 artırarak son 5 yılda elde ettikleri ortalama yüzde 25’lik artışın üzerine çıkmayı başardı. Çin ve Hindistan’ın toplam Ar-Ge harcaması ise 2.1 milyar dolar En inovatif 10 şirketin toplam Ar-Ge harcaması 1000 şirketin toplam Ar-Ge harcamasının yüzde 15’ini, 20 şirketin toplam harcaması ise 1000 şirketin toplam harcamasının yüzde 27’sini oluşturuyor! Dünyadaki toplam Ar-Ge harcamalarının yüzde 13’ü de bu 20 şirkete ait. Araştırma ve geliştirme olanaklarının giderek ve hızla artmasını destekleyecek şekilde, toplumsal ve ekonomik yaşantının farklı oyuncularından gelen inovatif girişimler, karşımıza ikili bir sarmal çıkarmaktadır: Teknoloji çağı, araştırma ve inovasyon hedeflerini beslemekte, ortaya çıkan somut ürünler ise teknolojik altyapıyı güçlendirmektedir.
Servet ENGİN