Menü Kapat

KURUMSAL Başkandan

SİVİL TOPLUM VE SOSYAL GELİŞME

MEHMET NURİ KAYNAR 

      “Hiçbir zaman gökten gül yağmaz, daha çok gül istersek, Daha çok fidan dikmemiz gerekir.”     George Eliot

ÜLKEMİZİN GELECEĞİNDE; SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ETKİSİ

 
    Son yıllarda akademik ve kamusal söylem içinde sivil toplum kavramının yeniden canlandığını, toplumsal değişimin temel ve birincil aktörlerinden birisi konumuna yükseldiğini söyleyebiliriz. Sivil toplum, bu yeniden canlanma sürecinde toplumsal gelişimin, demokratikleşmenin ve ekonomik kalkınmanın önemli bir aktörü olarak kabul edildi. Sivil toplumun önemi hem nicel hem de nitel olarak arttı. Bugün sivil toplum örgütlerinin farklı yapılanmalar içinde toplum içinde yaygınlaştığını görüyoruz. Sivil toplum örgütleri ( STK) farklı alanlarda çalışan gönüllü örgütlerden, düşünce kuruluşlarına, sosyal hareketlerden vatandaşlık inisiyatiflerine, hükümet dışı örgütlerden sendikalara ve meslek odalarına kadar geniş bir yelpaze içinde hareket eden bir alanı temsil ediyor. Bugün, sivil toplumun hareket alanı sadece yerel ve ulusal da değil, bölgesel ve küresel bir nitelik kazandı. 
 
 

Civilization / Medeniyet

     Türkiye’de “Sivil” kelimesinin karşılığının yaygın bir şekilde “askeri olmayan” şeklinde algılanması ve “sivilleşme” denildiği zaman buna “askeri olandan arındırma, askerle ilgili olmayan” gibi bir anlam yüklenmeye çalışılması konunun özünden uzaklaşılmasına neden olmaktadır. Burada “sivil” kelimesine yüklenebilecek en tutarlı anlam olsa olsa “resmi olmayan” yani eylem ve düşünce biçimini resmi kurumlardan değil, toplumsal dinamiklerinden alan anlamındadır. Aslında “sivil”  kelimesinin tam karşılığı, sosyolojik anlamı, tamamen bunların da ötesinde önemli mesajlar içerir. İngilizce “civilization” yani “medeniyet” kelimesinden gelen “sivil” kelimesi, daha geniş anlamıyla toplumun medenileşmesi anlamına gelmektedir. Toplumun sivilleşmesinden kasıt; toplumun medenileşmesi, yanlışa yanlış, doğruya doğru diyebilen, her hal ve şartta hiç çekinmeden, korkmadan, büyük bir medeni cesaret göstererek düşüncelerini ifade edebilen insanların yaşadığı bir toplumun yapısını inşa etme sürecidir. Toplum yapısı güçlü, tefekkür dünyası geniş olan devletlerin geleceği olur. Aksi durumda ise toplumu güçlü olmayan yapılar tarihin karanlık sayfalarında yok olur giderler.

       
    Bilgi toplumunda, ortak özellikler, değerler ve amaçlar ile ortak mekân ve çıkarlara sahip kişilerin oluşturduğu sosyal gruplar teşkilatlanmış olarak sivil hayatta ağırlıklarını ve etkinliklerini göstereceklerdir. Bu gruplar çıkar çatışmasından çok çıkar uzlaşması ile şu andaki ve gelecekteki ortak amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik dayanışmacı gruplar olacaktır.
Ülkeler Bilgi ile Gelişebilir
             
    Gelişmekte olan ülkeler kalkınma stratejilerinde değişiklik yaparak bilgi toplumuna geçişi başlatabilirler. Bunun için gelişmiş ülkelerin terk ettikleri eski teknolojileri almaya dayalı sanayileşme stratejileri yerine, bilgi toplumu ve bilgi teknolojilerinin dinamizmini canlandırıcı “yenilikçi strateji”ye geçmeleri ve bu amaçla politikalar geliştirmeye yönelmeleri gerekmektedir. Eğer böyle yapılırsa önümüzdeki on ya da yirmi yıl içinde şaşırtıcı   ekonomik mucizelerin yer alması, üçüncü dünyanın yoksul ve geri ülkelerinin bile kendilerini değiştirmesi, göz açıp kapayıncaya kadar hızla büyüyen ekonomik güçler haline gelmeleri de mümkündür.
          
    Sırasıyla tarımın ve sanayinin egemen olduğu ekonomilerde maddi unsurlar önem kazanmışken günümüzde bilginin egemenliği görülmektedir. En iyi stratejiyi takip edenler, bilgi üretme, pazarlama, tedarik vb. sistemlerini en iyi kuranlar ve entelektüel sermayeden en iyi yararlananlar rekabette öndedirler. İşletmeler ve ülkeler için; İnsanların kas gücü değil, beyin gücü önemli konuma gelmiştir. Maddi sermayeden daha çok entelektüel sermayeye sahip olanlar söz sahibi olmaya başlamışlardır. Ekonomik yönden güçlü olan ülkelerin bilgi sektörlerinin toplam istihdamda yer aldıkları paylara baktığımızda bilgi sektörünün ve bilgi işçilerinin dünya platformunda ne kadar önemli bir konuma geldiği açıkça görülmektedir. Bu cümleden olarak gerek işletmelerin gerekse ülkelerin güçlü olabilmesi için yapması gereken iş hiç şüphesiz bilgi çağının gerektirdiği şekilde beyinleri yönetebilmek olacaktır.
                 
     İnsan kaynaklarının niteliği, ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin tespitinde kullanılan en önemli ölçütlerden biridir. Bu kıstas çerçevesinden bakıldığında, gelişmiş ülkelerin tümü, insan kaynaklarının geliştirilmesi, iş gücünün gerekli nitelik ve nicelik seviyesine ulaştırılması, bu alanda sürekli ve uygulanabilir politikaların oluşturulmasında başarı sağlamışlardır. Azgelişmiş ülkeler ise insan kaynaklarının etkili bir şekilde geliştirilmesi ve değerlendirilmesi konularında başarılı politika oluşturamamakta veya uygulayamamaktadırlar.
               
      Bilgi toplumunda gönüllü kuruluşlar ön plana çıkmaktadır. Bilgi toplumu aynı zamanda kuruluşlar   toplumudur.  Bu    kuruluşlar   birbirine  bağımlı ama kavramları, görüşleri, değerleri açısından farklı şeylerdir. Gönüllü kuruluşlar daha bugünden toplumun ayrılmaz birer  parçasıdırlar.  Bu kuruluşlar halen Amerika’nın en büyük işvereni durumundadırlar. Her yetişkin Amerikalıdan biri, (yaklaşık 90 milyon insan) haftanın en az üç saatinde ücretsiz memur olarak yani gönüllü olarak bu kuruluşlarda çalışmaktadırlar. Ne özel sektöre ne de devlete ait olan “insanı değiştirmeye yönelik” kar amacı gütmeyen bu kuruluşlar, üçüncü sektör olarak bilgi sektöründe yerlerini alacaklardır.
             
      Sahip olunan bilgi ve deneyimin bireyler ve gruplar arsında paylaşılmasını olanaklı kılan bu gelişim, Sivil Toplum Kuruluşlarının yaygınlaşması ve etkinliklerinin artması gibi, toplumsal değişimi zorlar hale getirmiştir.
       
      Bugün, sivil toplumun hareket alanı sadece yerel ve ulusal da değil, bölgesel ve küresel bir nitelik kazandı. Yaşadığımız dünyada, küresel sivil toplumdan konuşmak olası.   Bu gelişimin sonucunda, modern zamanlarda siyaset alanına damgasını vuran ve siyaset yapma eylemini sadece siyasi partilere indirgeyen devlet-merkezci eğilimin, ne etkili ve verimli, ne de meşruiyet sorunu olmayan demokratik toplum yönetimi için yeterli olmadığı ortaya çıktı. Sivil toplum artık sadece demokratiklik ve meşruiyet değil, iyi toplum yönetimi tartışmalarının bir parçası.  Bu anlamda, sivil toplumun geçirdiği toplum içinde yaygınlaşma süreci, kendisinin toplum yönetimi için nitel önemini de ortaya çıkardı.
           
      Sivil toplumu:“toplumsal sorunlara etkili ve uzun-dönemli çözüm bulma sürecine aktif olarak katılan ve bu temelde de siyasi aktörleri bu çözümleri yaşama geçirecek politikalar üretmeye yönlendirmek için çalışan farklı gönüllü örgütlerin devlet denetimi dışında kurduğu ortak alan” olarak tanımlayabiliriz. 
      Bu tanıma yakın bir tanım için bkz. C. Taylor, “Modes of Civil Society”, Public Culture, (3,1), 1990, syf.102–119.
     
      Sivil toplum ve onun örgütlenmiş yapısı olan sivil toplum kuruluşları bir ülkede demokrasiye yaptıkları katkının yanında sosyal alanda da önemli işlevler görmektedir. Sivil toplum kuruluşları, devletin yeterince nüfuz edemediği alanlarda faaliyet göstererek aynı zamanda devlet faaliyetlerinin etkinliğine de katkı sağlamaktadırlar. Gelirden veya sosyal güvenceden yoksun kişilerin gıda, sağlık, eğitim gibi ihtiyaçlarını gidererek sosyal hayatın düzenlenmesinde olumlu katkılar sunmaktadırlar.
       
     Sivil toplum kuruluşları bazen de, toplumun yararına görmedikleri konularda karar alıcıları etkileyerek farklı kararlar almalarına veya kararlarını gözden geçirmeye sevk etmektedirler. Bu yolla siyasal ve dolayısıyla sosyal hayata, ayrı bir güç unsuru olarak katkı sağlamaktadırlar.
   
      Bir siyasal rejim olarak demokrasi, insan haklarının gerçekleştirildiği düzeni temsil etmektedir. Demokrasi, insanların yalnız kendilerinin değil aynı zamanda başkalarının haklarını savunabildikleri rejimlerdir. Kişinin kendi hak ve özgürlüklerinin diğer kesimlerle var olabilmesi ancak demokrasilerle mümkün olmaktadır. Demokrasinin temel öğelerinden biri aktif bir sivil toplumun varlığıdır. Sivil toplum örgütleri demokrasiyle ortaya çıkan bir örgütlenme değildir ama demokrasiyle önem kazanmıştır.
 
      Sivil toplum, modern manada anlamını demokrasi ile kazanırken, demokrasi de katılım problemlerin çözümünü sivil toplum ile sağlamıştır. Birbirleriyle ortak amaçlara sahip insanların oluşturdukları grupların seslerini ve isteklerinin daha fazla duyurabilmenin bir yoludur.
      Örneğin; devletin ekonomideki katılımını azaltmaya çabalayan is adamları, devletin sosyal hizmetlerinde eşitliğin sağlanmasını amaçlayan örgütler ve isçilerin veya memurların yasam kalitelerini arttırmaya çalışan sendikalar gibi çeşitli amaçlarla toplanmış ve bunun için demokrasiye katılımı güçlendirmiş ayrıca bir bakıma halkın temsilcilerini kendi amaçları doğrultusunda denetleyebilen, ya da kendi amaçlarına ulaşmak için kamuoyu yaratmaya çalışan gruplardır.
       

      Sivil toplum kuruluşlarının demokrasinin kurumsallaşmasında oynadığı roller su şekilde özetlenebilir.

  • Yurttaşlar arasında demokratik değerlerin savunulmasına yardımcı olurlar.
  • Temsil edilmeyen grupların güçlendirilmesi için çaba sarf ederler.
  • Katılımcı demokrasinin sağlanması için uğraş gösterirler.
  • Sivil toplum kuruluşları, hükümet ve vatandaşlar arasında arabuluculuk yaparlar. Bunun sonucu olarak, sivil toplum kuruluşları farklı ilgi ve isteklere sahip aktörler arasında köprüler kurarak ‘kamusal alan’lar oluşmasına yardımcı olurlar.
  • Sivil toplum kuruluşları, kurum içi yapıları ve karar alma mekanizmalarının yarattığı örnekler sayesinde bir demokrasi kültürünün oluşmasını sağlarlar.
  • Sivil toplum örgütleri içindeki karşılıklı etkileşim sürecinde bireylerin edindikleri hoşgörü, ılımlılık, uzlaşma, kamusal tartışma pratiği, gönüllülük, muhalif düşüncelere saygı gibi demokratik tutumlar demokratik siyasal kültürün gelişmesini ve topluma yayılmasını sağlar. “Kurumsal katılma ve deneyimden doğduklarında oldukça istikrarlı olan” bu demokratik tutumlar ve değerler, demokrasinin de istikrarlı bir gelişme göstermesine yardımcı olur.
  • Sivil toplum kuruluşları; toplumun siyasi vizyonunu, bireylerin siyaset yapma becerilerini geliştiren, kamuyu ilgilendiren sorunların daha rahat bir şekilde anlaşılmasını sağlayan ve vatandaşların birlikte hareket etmelerinde öncü rolü oynayan toplumsal araçlar olarak algılandıkları ve işlev gördükleri sürece siyasi demokratikleşme sürecine katkı yapabilirler. Bu açıdan bakıldığı zaman sivil toplum kuruluşları demokratik hayatın geliştirilmesinde, yerelleşmenin sağlanmasında ve yönetişimin hayata geçirilmesinde etkili birer aktör olarak kabul edilebilir.
 

Sivil Toplum ve Güven

  • Güven, her zaman her yerde herkesin daima aradığı ve ortaklasa paylaştıkları bir duygudur. Bireylerin, kişisel ve sosyal yasam alanlarında karşılıklı güven duygusuna ihtiyaç duymaları, onları dayanışma ve işbirliği içine götürür.
  • Güvenin, üyelerinin ortaklasa paylaştığı normlara dayalı, düzenli, dürüst ve işbirliği yönünde davranan bir toplumda ortaya çıkması beklenir. Sivil toplum ve güven birbiriyle ilişkili kavramlardır.
  • Türk Dili Kurumu sözlüğünde Güven, “korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu” seklinde tanımlanmaktadır. Güven, bir ilişkide bir tarafın, diğer tarafın onun zayıflığını istismar etmeyeceğinden emin olmasıdır.
  • Hiçlikten, yokluktan, boşluktan çıkabilmek için, insan varlığının içinde taşıdığı gizli güce “güven” denir.
 

Siyasal Güven

       Siyasal güven kavramına bakacak olursak, David Easton siyasal güveni “siyasal otoritelere veya rejime yönelik yaygın destek” olarak tanımlamıştır. Daha özel anlamda siyasal güven, “halkın siyasal sistemin herkes için eşit ve adil sonuçlar doğuran politikalar üretebileceğine ilişkin yaygın inancıdır“ “Güven, sivil toplumun kurucu temeli ve mayasıdır.” Kendilerini güvende hissetmeyen, geleceklerinden endişe eden insanlar, kolektif eylemin gerektirdiği riskleri göze alabilecek kadar özgür değillerdir.

       
     Demokratik toplumun önemli bir göstergesi olan, “karşılıklılık” ve “rıza”ya dayalı örgütlenmelerin temelinde güven duygusu yatmaktadır. Kar amacı gütmeyen örgütlerin geniş bir tabana yayılabilmeleri ve etkin isleyişi gerçekleştirebilmeleri, büyük ölçüde toplumun içinde yer alan güven ilişkilerine bağlıdır.
     Güvenin artırılmasında, vatandaş ile politik sistem arasında bir yerde bulunan sivil toplum kuruluşlarından yararlanılmasının önemi çok büyüktür.
 
     Sistemin büyüklüğü ile herhangi bir vatandasın güçsüzlüğü ve yetersizliği karsılaştırıldığı zaman kimin baskın olacağı ortaya çıkmaktadır. Vatandaşların, bir araya gelmeleri ve güçlerini birleştirmeleri durumunda daha etkili olacakları bir gerçektir. Bu noktada, üçüncü sektör denilen sivil toplum kuruluşlarının sisteme dâhil edilmesinin gerekliliği ön plana çıkmaktadır. Güvenin artırılmasında, vatandaş ile politik sistem arasında bir yerde bulunan sivil toplum kuruluşlarından yararlanılmasının önemi çok büyüktür.
 

Tablo 1: Türkiye’de Dernek istatistiği (2008)

Faaliyeti Devam Eden Dernek Sayısı:77.920
Faaliyeti Sona Eren Dernek Sayısı: 118.320
KURULAN TOPLAM DERNEK SAYISI: 196.240
Bu verilere göre; Ülkemizde Su ana kadar kurulan dernek sayısı 196.240 ve Faaliyeti Devam Eden Dernek Sayısı ise 77.920’dır.

Kaynak: İçişleri Bakanlığı, Dernekler Dairesi Başkanlığı Verileri, www.dernekler.gov.tr, (11.02.2008), verilerden yararlanılarak tablo Oluşturulmuştur.

Tablo 2: Ülke Genelinde Derneklerin Dağılımı (2008)

Ülke Genelinde Derneklerin Dağılım Oranları
İstanbul %20,4
Ankara %10,0
İzmir %4,73
Bursa %3,53
Kocaeli %2.84
Diğer %58,5

Kaynak: İçişleri Bakanlığı, Dernekler Dairesi Başkanlığı Verileri,www.dernekler.gov.tr, (11.02.2008), verilerden yararlanılarak tablo oluşturulmuştur.

     Türkiye’de dernekler sayısı bakımından ilk beş il sırasıyla İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Kocaali’dir. Türkiye’deki toplam dernek sayısının yüzde 41,5’i, bu beş ilimizde bulunmaktadır. 
      Ankara Ticaret Odası’nın 2004 yılında hazırlamış olduğu “AB Kapısında Sivil Toplum Dosyası” a göre; Türkiye’de her 866 kişiye bir dernek düşmektedir.
 
    Avrupa Birliği ülkelerinde ise dernek sayıları milyonlarla ifade edilirken, bu ülkelerdeki nüfusun büyük bir çoğunluğu sivil toplum örgütlerinde görev alarak devletin isini kolaylaştırmaktadır. Almanya’da 2 milyon 100 bin, Fransa’da 1 milyon 470 bin dernek bulunmaktadır. Fransa ve Almanya’da her 40 kişiye 1 dernek düşmektedir. Ancak her 10 Fransız’dan 4’ü en az bir derneğin faaliyetine katılmaktadır. Nüfusun beste biri ise en az iki derneğe üye bulunmaktadır. ABD’de 1 milyon 200 bin dernek bulunmakta ve her 15 Amerikalıdan bir tanesi bu tür kuruluşlarda çalışmaktadır. Bu sektör; ABD’de bankacılık, teknoloji ve hatta kamu sektörü kadar ağırlığa sahip.
             

      İstihdam açısından bakıldığında ise karsımıza söyle bir tablo çıkmaktadır.

 
     ABD’de, yaklaşık 7 milyon kişi, sivil toplum kuruluşlarında tam zamanlı olarak istihdam edilmektedir. Bu oran ABD’deki toplam istihdamın %6,8’ini, hizmet sektöründe istihdam edilenlerin ise %15,4’ünü oluşturmaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde örneğin Almanya (1 milyon), Fransa (0,8 milyon) ve İngiltere’de sivil toplum kuruluşlarının genel istihdamdaki payı %4, hizmet sektörü açısından 79 AB Kapısında Sivil Toplum Dosyası, bakıldığında ise %10. Japonya’da ise 1,4 milyon kişi sivil toplum kuruluşlarında istihdam edilmektedir.
 
     ABD ve Avrupa’daki sivil toplum kuruluşlarının toplam istihdam sayısı 11,8 milyon iken, bu ülkelerdeki 6 büyük şirketin (Daimler-Benz, General Motors,Hitachi, Fiat, Alcatel Alsthom ve Unilever) toplam istihdamları yaklaşık 2 milyon düzeyinde gerçekleşmektedir. Ülkemizde sivil toplum kuruluşlarının genel istihdam içindeki payları ile  ilgili olarak yapılmış bir araştırma ya da statiksel çalışma bulunmamaktadır.
   
    Sivil toplum kuruluşlarına gayr-i safi milli hâsıla içindeki payları açısından bakıldığında ABD %6,3, İngiltere ve Fransa %4,8 ve Japonya’da %3,5 düzeylerinde gerçekleşmektedir. 1980’den 2000’e kadar bu ülkelerde sivil toplum kuruluşlarının gayr-i safi milli hâsıla içindeki payları ABD’de %12,7, İngiltere ve Fransa’da yaklaşık %15, Almanya’da %11 ve Japonya’da %8 oranında artmıştır.
   
    Bu dünyada sivil toplum kuruluşlarının büyümekte olduğunu; dolayısıyla önem düzeylerinin de arttığını göstermektedir. Ancak, ülkemizdeki sivil toplum kuruluşlarının mali yönden incelendiği ve gayr-i safi milli hâsıla içindeki paylarının ortaya çıkarıldığı bir araştırma ya da statiksel çalışma bulunmamaktadır.
 
     TÜSEV ve CIVICUS ortaklığında yürütülmüş olan ve 1999’dan günümüze sivil toplumun gelişimini ve eğilimlerini belirleyen araştırmadan önemli sonuçlar çıkmıştır. Rapora göre; Türkiye’de sivil toplum hızla gelişmekte, ancak yaygınlık ve derinlik açısından sınırlı kalmaktadır. Ülkede sivil toplum kuruluşları ağırlıklı olarak dernek veya vakıf olarak tüzel kişilik kazanmakta, ancak her 100.000 vatandaşa, sadece 108 dernek ve 4,5 vakıf düşmektedir. Az sayıdaki bu kurumlara katılım da oldukça düşüktür: bireylerin %18’i bağış yapmakta, %7,8’inin bir derneğe üyeliği bulunmakta ve %1,5’i aktif olarak gönüllülük yapmaktadır.
 
     2001’den bu güne, Türkiye’nin içinde bulunduğu demokratik reform süreci sivil toplumun işlevini sürdürdüğü ortamı eskiye göre çok daha elverişli kılmış, devlet-sivil toplum ilişkilerinin çok daha teşvik edici olmasını sağlamıştır. Ancak araştırma bulguları bu reformların her zaman uygulamaya yansımadığına ve sivil toplum kuruluşlarının (özellikle hak ve özgürlükler alanında çalışan) ağır devlet denetimi ve müdahalelerine maruz kaldığını göstermiştir. Diğer taraftan, araştırma bulguları son derece aktif, hızla gelişen ve fırsatlara açık bir sivil toplum sektörüne ve başarılı girişimlere işaret etmektedir. Sivil toplum kuruluşları politika oluşum süreçlerine katılmak için büyük istek göstermektedir. Aynı zamanda özeleştiride bulunabilmekte, hesap verebilirlik ve şeffaflık, kamuoyunda farkındalık yaratma ve vatandaş katılımını artırma alanlarında eksiklikleri olduğunu bildirmektedirler.
 

Sivil toplum kuruluşlarının işlevlerini özetle su şekilde sıralayabiliriz.

 
  • Toplumsal sorunlara çözüm üretmek amacıyla yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlamak.
  • Toplum içinde çalışmalarıyla ön plana çıkmış kişilere ve kurumlara maddi ye bilimsel destek yaratmak.
  • Kamu kurum ye kuruluşlarıyla ortak projeler yapmak, akademik çevreyle birlikte aydınlatıcı kongre, konferans, seminer, toplantı gibi aktiviteler gerçekleştirmek.
  • Ülkenin öncelikli hedeflerine ulaşmasında kamuoyu desteği sağlamak için medya vb. iletişim araçlarıyla gündem oluşturmak. Yayın ve yayımlar yapmak.
  • Uluslararası gönüllü kuruluşlarla belirli bir konuda ittifak yaparak insanlık ve tabiat yararına çalışmak. Olağanüstü durumlara hazır olmak, bu durumun asılmasında gerekli kaynakların seferber olmasını mümkün kılmak.
  • Dünya Bankası, UNESCO, Birileşmiş Milletler gibi kuruluşların mali kaynaklarından milli platformda yaralanmak için bu kuruluşlarla düzenli ilişkiler yürütmek. Gerektiğinde yapısal reform ve mevzuat uyum çalışmalarını gerçekleştirmek.
  • Yurt içi ve yurt dışı fon ve desteklerden yaralanmak için araştırma ve geliştirme Merkezi kurarak sürekliliğini sağlamak.
 

Sivil Toplum Kuruluşlarında Etik Değerler

 

    Sivil Toplum Kuruluşları işlevlerini yerine getirirken bir takım etik değerlere bağlı kalmalıdır
  • Dürüstlük ve tutarlılık: Amaç, niyet ve eğilimlerle, davranışlar arasındaki veya vaat edilenle eylemler arasında tutarlılık ve bütünlük olmalıdır. Sivil toplum kuruluşlarına güven sağlayan ve beklentilerin yerine getirilip getirilmediğini ortaya koyan temel değer olarak dikkat çekmektedir.
  • Açıklık ve saydamlık: Bir Sivil toplum kurulusunun gerçekleştirdiği çalışmaları toplum çıkarına olup olmadığını, bunların neden ve nasıl yapıldığını ve sonuçlarının ne olduğunu topluma yansıtmak istemelidir. Sivil toplum kuruluşlarına tanınan bazı ayrıcalıkların ve sağlanan kaynakların yerinde kullanıp kullanılmadığını dış ortama açıklaması da bu bağlamda algılanmalıdır.
  • Hizmet anlayışı: Bu değerin temelinde halk ile Sivil toplum kuruluşları arasında söz konusu olabilecek hiyerarşiden ve onları yönetme ve denetleme niyetinden arınma bulunmaktadır. Dolayısıyla, gayretleri diğerleri için yardım, yarar sağlama… seklinde gerçekleştirilen görevlere adamayı ön plana alma yönetmek ve denetlemekten çok topluma hizmet etmek yaklaşımı temel alınmaktadır.
  • Yardımseverlik: Bu değer ihtiyacı olana vermekle yakından ilgilidir. Ancak bundan öte, diğerlerinin gönenç düzeyini kendimizle aynı düzeye çıkartmak üzere yardımlaşmayı içermektedir. Sivil toplum kuruluşları eldeki belirli kaynakları topluma aktarmada köprü görevi yapmaktadırlar.
  • Sivil toplum kuruluşlarının temel özellikleri 6 baslık altında toplanabilir
  • Toplumsal sorunların çözümü için çalışmak,
  • Toplumsal sorunların çözümünde devletle işbirliği yapmak,
  • Devlet yönetiminin etkili, verimli, sorumlu, şeffaf bir hal alması için çalışmak,
  • Herkesin aktif vatandaş olarak yönetime katılmasını sağlamak,
  • Herkesi demokratik ve şeffaf bir yönetim anlayışı etrafında toplamak,
  • Toplum devlet-birey ilişkilerinde hak ve sorumlulukların adaletli dağılımına yardımcı olmaktır.
  • Siyasal ve toplumsal anlamda çok önemli işlevleri olan sivil toplum kuruluşları, toplumda demokrasi kültürünün ve bilincinin yerleşmesinde çok önemli rol oynamaktadır. Demokrasinin gelişmesine paralel olarak sivil toplum kuruluşları da gelişmekte ve sivil toplum kuruluşlarının gelişip güçlenmesi demokrasiyi sağlamlaştırmaktadır. Çok değişik alanlarda faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının gelişmesi ve güçlenmesi için sivilleşmenin önü açılmalı, sivil toplum tarafından dile getirilen sosyal problemlere duyarlı olunmalı ve sivil toplum kuruluşların topluma yararlı faaliyetleri desteklenmelidir. Görünen sudur ki; önümüzdeki dönemde sivil toplum kuruluşlarının yıldızı daha da parlayacak ve sivil toplum kuruluşları, toplumsal sorunlara çözüm bulmada ve siyasal iktidarı etkilemede önemli aktörler olacaktır.
 

Güçlü Türkiye İçin Güçlü Sivil Toplumsallaşma Gerekir

 

      Çağdaş/Modern toplumsal yapılarda demokratik katılımın sürdürülebilir kılındığı, totaliter savrulmalara karşı korunmanın temin edilebildiği en sağlam yol güçlü sivil toplumsallaşmadır. Sivil toplum kuruluşlarının gerek iktisadi gerekse de toplumsal hayatta genişlemesi, güçlenmesi devleti zayıflatan değil aksine güçlendiren, köklendiren olgulardır. Sivil alanların güçlenmesi her türlü toplumsal gelişmenin ihtiyaç duyduğu sosyal sermayeyi de geliştirir. Sosyal sermayesi zayıf olan toplumların iktisadi yönden sahip oldukları en yüksek kaynakları bile verimli değerlendirmeleri mümkün değildir.  Güçlü, etkili bir TÜRKİYE: İktisadi ve sosyal hayatın dengeli düzenlenmesiyle sağlanabilir. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı tehditler ve imkânlar sivil toplum kuruluşlarının da yerelden küresele ulaşan bir zincir içerisinde dayanışmasını zorunlu hale getirmektedir.
 
     Bir ülkede demokrasinin kurumsallaşmasının ve yaşamasının başta gelen unsurları arasında o ülkede sivil toplum kuruluşlarının varlığı, yaygınlığı ve etkinliği önemli bir yer tutar. Batılı ülkelerde sivil toplum katılımı ülkemizle kıyaslanmayacak derecede yüksektir. Bir örnek verecek olursak; nüfusu 8 milyon 875 bin olan İsveç’te yaklaşık 36 milyon Sivil Toplum Kuruluşu üyesi bulunmaktadır. Bu rakam ( 15 yaş ve üstünü temel alırsak ) bize ortalama bir kişinin en az 6-7 farklı sivil toplum kuruluşuna üye olduğunu göstermektedir. Ülkemizde ise sivil toplum kuruluşlarına katılma oranı değil nüfusumuzu birkaç kez katlamak, mevcut nüfusun % 10 ‘una bile karşılık gelmemektedir.
 

Bana necilik Hastalığı…

 

        Düşünme ve düşündüğünü ifade etme konusunda öz güven kazanmış toplumlar “bana neci” olmazlar, “neme lazımcı” davranmazlar. Çevrelerindeki, ülkelerindeki, hatta dünya genelindeki insanlığı rahatsız eden konularda ortak hareket etme bilinci ve duyarlılığı göstererek tepkilerini dile getirmeye ve kamuoyu bilinci oluşturmaya çalışırlar. Bunların yapılmadığı, yani yanlışa yanlış denilmediği durumlarda ise, sorunlar yığılır yığılır ve toplumsal felaketlere neden olur. Öyle bir felaket ki, benim suçum yok deyip dışında da kalamayız. Hepimizi önüne katıp götürecek, etkileyecek sonuçlar doğurur. “Bana neci”likten ve “neme lazımcılıktan uzak, duyarlı toplum, güçlü devlet yapısının da teminatıdır. Medeni cesareti güçlü sivil bireylerden oluşan ve toplumsal faydacılığın şekillendirdiği etkin sivil toplum kuruluşları bu ülkenin geleceğinin de teminatıdır.
 Kanuni Sultan Süleyman, arkadaşı, sütkardeşi, “hocam” diye hitap ettiği Yahya Efendi’ye bir mektup yazarak, önce devletin eriştiği muazzam gücü anlatır ve ardından da mektubun sonuna şu soruyu ilave eder: “Bu devletin yıkılışında en çok ne etkili olacaktır?”
 
       Mektubu okuyan Yahya Efendi, kalemi eline alır ve sorunun hemen altına şunu yazar: “Bana ne!”
Mektubun cevabını merakla bekleyen Kanuni cevabı görünce irkilir. Hazret bize kırıldı herhalde bir ziyaret edelimde gönlünü alalım diye düşünerek, Yahya Efendi’nin ziyaretine gider. Hocam bir kusurumuz mu oldu? Neden sorumuza cevap vermediniz? Deyince, Yahya Efendi: “Hünkârım ben sizin sorunuzu cevaplandırdım” der. Şaşkınlığı artarak, “Nasıl yani?” diyerek Kanuni’ye; “Bu muazzam devleti bana necilik yıkacaktır”, diye cevap verir ve devam eder: “İnsanlar çevresine duyarsız olacak, sorunlar çoğalıp içinden çıkılmaz hale gelecek, duyarsız olan millet, yönetenleri ikaz etmek için çaba harcamayacaktır. İşte bu durum devleti Aliye’nin çöküşüne zemin hazırlayacaktır.”
     Sizce bu kehanet mi? Yoksa Tarihten ders alan hikmetli bir tespit mi?  
 

“Ortak Paydamız: Toplumsal Fayda”

 

       Sivil toplum kuruluşlarında aktif görevler almalı, yaşadığımız toplumun sorunlarının çözümünde elimizden geldiğince katkı sağlamalıyız. Sivil Toplum Kuruluşlarında yer alma nedenimiz : “Ortak Paydamız: Toplumsal Fayda” oluşturmak olmalıdır. Ülkemizin geleceği olan gençliğimize daha güzel bir gelecek oluşturmak, oturduğumuz yerden dövünüp yakınmakla olmuyor. Toplumun her kesimi bu ortak fayda için çalışmalı, gayret göstermelidir. Siyasi partilerimiz Türkiye’nin demokratik geleceğinin teminatıdır. Hepsine Türk demokrasisini geliştirmeleri için siyasi hayatlarında başarılar diliyoruz. Evet, ama girişte de belirttiğim gibi güçlü bir Türkiye için etkili, güçlü sivil toplum yapılanmalarına da ihtiyaç vardır.
 
       Kültürel, sosyal, sanatsal, iktisadi toplumun her alanında faydalı işleri yapma azminde, zararlı her işin de karşısında olan çokça Sivil Toplum Kuruluşlarına ihtiyaç olduğu aşikârdır. Toplumsal her alanda bencil, ben merkezli bakış açısı yerine “BİZ” anlayışını oluşturmamız gerekiyor. Bunun için tüm imkânlara sahip olduğumuzu düşünüyorum. Birlik olunca, birlikte olunca aşılamayacak güçlük yoktur.
 
     Amacımız; kendimizi geliştirmeye, gerçeği öğrenmeye birlikte yönelmek olmalıdır. Kendimizin ve toplumumuzun mutluluğunu elde edebilme yolunda çalışmaktır. Bunun için araştırmak, öğrenmek, öğrendiklerimizi yaymak sorumluluk ve sevincini çevremizle paylaşmaktır. Yakındığımız birçok konunun ortak olduğunu biliyoruz. Sadece yakınma/dövünmelerimizin hiçbir çözüm getirmeyeceğini de biliyoruz. Sağlıklı, gerçekçi çözümler için problemlerin doğru belirlenmesi, çok iyi bir durum değerlendirmesinin yapılması, sorunların tespit edilmesi elbette önemlidir. Hedefimiz: Az konuşan ama yaptığı gerçekçi, yaşamı kuşatan proje ve çalışmaları ile kendini kısa sürede kanıtlayan sivil toplum yapıları oluşturmak, mevcut olanların içerisinde aktif görevler almak olmalıdır.
 

Neler Yapabiliriz? Bizlere Neden İhtiyaç Var?

     
     Toplumsal, kültürel değerlerimize yapılan saldırı, her koldan, topyekûndur. Yapılması gereken söylenip, dövünüp durmak yerine “neme lazımcılığı”, “bana neci”liği bırakıp her alanda projeler üreten sivil toplum çalışmalarına destek vermek, aktif görevler almak olmalıdır.
 
      Bugünü ve yarını strateji geliştirebilenler şekillendirecektir. Bunun içinde olmazsa olmaz ön şart BİLGİ SAHİBİ olmaktır. Bilgiye sahip olanlar geleceğe talip olurlar.
  • Bölgelerimizin entelektüel birikime ihtiyacı olduğu,
  • Ciddi bilgi oluşturma ve bu bilginin akışının sağlanmadığı,
  • Kültürel, sanatsal çalışmaların yeterli düzeyde olmadığı,
  • Sosyal faaliyetlerin verimli işletilmediği,
 Bölgesel gerçeklerimiz arasındadır.Bunun için;
        “Bugünün ve geleceğin Türkiye’si için üreten”,
  “Türkiye merkezli insanlık için üreten” anlayışla:
  1. Haftalık ve aylık toplantılar düzenleyerek önemli konularda, uzmanlarımızı davet ederek bölge insanlarının dinlemesini sağlayabiliriz. Bu hem kendimizin hem de katılımcıların kültürel birikimini artıracaktır.
  2. Oluşturacağımız merkezlerde kütüphane, arşivleme çalışmaları ile bilgi depolayabilir raporlar halinde bu araştırma ve projeleri ilgili makam ve halkımızla paylaşabiliriz.
  3. Kültürel ve sanatsal etkinlikler düzenleyebiliriz. Birçok düşünür, şair ve yazarımızın yaşadığı ille hatta ilçe ile aynı yerdeyiz ama ne biz ne de bölge insanımız bu değerli kişilerden yeterince istifade edememektedir.
  4. Spor müsabakaları düzenleyebilir. Başarılı kulüplerimizle işbirliği ile sporun gelişimini sağlayacak projeler üretebiliriz.
  5. Sportif faaliyetlere öncülük edebiliriz. (Tanınmayan, yaygın olmayan sporların bölgelerimize gelmesine ve gelişmesine öncülük edebiliriz).
  6. Sosyal faaliyetleri, yine diğer sivil toplum kuruluşlarımız ile işbirliği ve dayanışmayla organize edebiliriz (Örnek olarak; bölgelerimizde ilk yardım ekipleri, arama- kurtarma ekipleri oluşturabiliriz).
  7. Okullarımızda çok faydalı projeler yürütebiliriz. Bunun için kanun ve yönetmeliklerimiz imkânlar sunmakta hatta Aile Birlikleri, iş çevreleri ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarını kendileri talep etmektedirler. İstendiği takdirde, çok verimli işler yapılabilir. Projeler geliştirilebilir.
  8. Bölgelerimiz deki sivil toplum kuruluşlarının mevcut fiziki şartlarının envanterini çıkararak ortak projeler oluşturulabilir. Eğitim ve bilgi seferberlikleri başlatılabilir.
 
         Güçlü, etkili bir TÜRKİYE: “İktisadi ve sosyal hayatın dengeli düzenlenmesiyle sağlanabilir…“Bana neci”likten ve “neme lazımcı” lıktan uzak, duyarlı toplum, güçlü devlet yapısının da teminatıdır. Medeni cesareti güçlü sivil bireylerden oluşan ve toplumsal faydacılığın şekillendirdiği etkin sivil toplum kuruluşları, bu ülkenin geleceğinin de teminatıdır…
       
      Hayatın içinde halkımızla el ele, gönül gönüle olmalıyız. Toplumumuzun sevinciyle sevinmeli, kederiyle dertlenmeliyiz. Sözlerimi, Hazreti Mevlana’nın şu sözü ile bitirmek istiyorum:

       “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir.”

   
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir